Hayalle gerçek arasında bir divane

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Eski zaman hikayeleri, yaşanmışlıkları ilginç detay ve derinlikler barındırır. İnsanı geçmişe götürür, kültürel damarların akışında yeni dünyaların varlığını ortaya koyar.

Bu yaşanmışlıklar insanın zihninden diline adeta kayar, böylelikle nesilden nesile aktarılır.

Eğer Mezopotamya’da yaşıyorsanız, büyük bir ihtimalle bu hikayeleri çokça dinlemiş, farkında olmadan geçmişin şerbetinden içmişsinizdir.

Bu hikayeler tarihsel dönemeçleri, toplumsal sıkışmışlığı, efsaneleşmiş yaşamları anlatır, insandan insana geleceğe taşınır.

Bu nedenle Mezopotamya’daki nüfus kütüklerindeki bilgiler yüzeyseldir. Kısa, kırpılmış ve resmi. Oysa yaşanmışlıklar, hikayeler derinliklidir.

Kütüklerde ketumluk varken, yaşlıların zulalarında, aile şecerelerinde olay ve vakalar yığınca saklıdır, ketumluğa asla yer yoktur.

Mezopotamya kültüründe genellikle her ailenin bir yaşlı anlatıcısı vardır. Kimisi yakın tarihi, kimisi akraba çevresini, kimisi de efsaneleşmiş olayları öylesine etkili anlatır ki insan bir ömür boyu unutamaz.

İşte bu unutulmaz hikayelerden birisini, hikayenin kahramanını henüz yaşarken yazıya dökmek istedim.

İstedim ki Ded Polat bir ilk olsun.

Yoksul, kendi halinde yaşayan, rüyalarının peşinden giden birisi de anlatılsın, yaşarken bilinsin diye kaleme aldım. 

İşte Ded Polat’ın hikayesi.
 

Ded Polat (8).jpg
Ded Polat / Fotoğraf: Mehmet Alkanat


Siverek’te hemen hemen herkesin tanıdığı, bildiği, ilişkilendiği Kelexanlı Polat çoğu yaşıtı gibi doğduğu yıl, bazı olaylardan çıkartılan bilgilere göre, aşağı yukarı 88 yaşlarında olduğu anlaşılıyor.

Yıllardır kendine has bir yaşam yürüten, aykırı ama bir o kadar toplumla iç içe olan Ded Polat, Siverek en kalabalık yerinde, herkese ait ortak alanda, Kanlıkuyu’da gündüz zaman geçirir, insanlarla kesintisiz bir iletişim kurar.
 

Ded Polat (4).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş


Rüyalarını, umut ve hayal kırıklıklarını kendi dilinde anlatır, katıksız ve bir o kadar art niyetsiz ifade eder.

Herkesi kendine yakın, yoldaş ve arkadaş bilir. Güler yüzlüdür, dervişçe bir ruh halinde rüyalarında umutla yaşar. 

Ded Polat Siverek’e bağlı Kelexan Köyü’nde doğar. Kum saati burada, Toros Dağları'ınn arasında, Fırat kıyılarında akmaya başlar. 

Çocukluk ve gençlik yıllarını köyde geçiren Kelexanlı Ded Polat ve ailesi Fırat Vadisi’nde Siverek’in yoksul bir dağ köyünde yaşamlarını yürütür, kendi yağlarında kavrulur, avcılık yapar ve doğadan beslenir, kendi ihtiyaçları kadar ekip, biçer; meşe ürünleriyle geçimlerini sağlar ve kendi halinde bir yaşayan bir aile olarak bilinir.

Uzun zaman önce dedeleri, Dersim yöresinden Fırat kıyılarına yerleştikleri için kendilerine aynı zaman Dersimi de denilir.

Köyleri, Toros Dağları'nın Fırat kıyılarına paralel uzanan vadinin yüksek kısımlarında yer alır. Köy dağlık, kısmen meşeliklerle kaplı, gözden ırak bir yerdedir. Köyün geneli Zazaca/Dimili konuşur.

Gelenek ve görenekleri tipik Kürt Kültürü ve Dersim bölgesinin izlerini taşır. Başına buyruk, isyankar ve misafirperver.
 

Ded Polat (7).jpg
Fotoğraf: Mehmet Alkanat


Polat, yaşama gözlerini Kelexan’da açar, her köy çocuğu gibi yoksullukla yaşamayı öğrenir. Küçük yaşta koyun, keçi ve ineklere çobanlık yapar, odun keser, avcılıkta ustalaşır.

Henüz on üç yaşında olmasına rağmen çok keklik ve tavşan avlar, yaman bir avcı olur, ünü kısa sürede yayılır. Attığını vurur, av hayvanlarına amansız düşmanı olur.

Avcı toplayıcı atalarından devir aldığı geleneği Torosların asi zirvelerinde devam ettirir. Kayalar arasında, her mağarada Polat’ın ayak izlerini görmek mümkündür.

En deli dolu günlerinde, bir yandan avcılıkla hayatını sürdürürken, bir yandan da ailesinin ev işlerini yürütür.

Avcılık yaşamını öyle bir kaplar ki, günün büyük bölümü tavşan kovalamak, keklik aramakla geçirir. 

Herkes Polat’ın avcılığını konuşurken, o gördüğü bir rüya üzerine avcılığa nokta koyar.
 

Ded Polat (5).jpg
Fotoğraf: Mehmet Alkanat


Rüya tahmin edileceği üzere avcılıkla ilgilidir. Polat birkaç gece üst üste aynı rüyaları görür. Uzanır uzanmaz, göz kapakları yorgunluğa yenik düşünce rüyaları devreye girmeye başlar.

Rüyasında gökyüzünden yağmur gibi ateş yağar. Özellikle de nişan aldığı sağ gözünün üzerine. Her damla biraz daha fazla yakıcı olurken, gözlerinin önünden vurduğu hayvanlar uçuşur.

Kuşlar, keklik sürüleri, tavşan ve kazlar birbirinin ardı sıralanır. Ateş hızlanır, göz bebeğine doğru damlalar gelecekken, kan ter içinde uyanır.

Birkaç kaç gece üst üste durum tekrarlanınca tövbe ederek avcılığı bırakır.

Artık tek işi vardır. Odun kesmek, kestiği odunlardan kömür yapmak ve kayalar arasında sıkışmış bostanlarda toprakla meşgul olmak. 

Köyde yaşamları da zaten böyle geçer. Küçücük tarlalarda kendi ihtiyaçları kadar yapılan ekim, meşeliklerden elde edilen odun, tohum ve meyveler geçimlerinin temel kaynağını oluşturur.

Odun ve odun kömürü de başlıca uğraşlarındandır. Polat, bunların hepsini yapar, kendi başına bir yaşam yürütür.

En çok da rüyalarından etkilenir, gördüğü rüyalar onu yönlendirir, yaşamına şekil verir.

Polat için on üç yaş uğursuzluklarla doludur. Hastalanır, üç ay yataklara düşer. Yemeden, içmeden kesilir.

Ailesi şeyhlere, hocalara götürür, muska yaptırır, okutur, ziyaretlerden getirilen teberık verilir. Ama Polat iyileşmez.

Günden güne erir, tükenme noktasına gelir. Ateşler içinde günlerce kıvranır. Dili kapanır, takatten düşer.

Hayatın ipini tam bırakacağı sırada yine rüya kendisini hayata döndürür.

Kabusla karışık gördüğü rüyaya göre, boyu bir minare kadar olan felek, kendisini bir çırpıda gökyüzüne, bulutların ötesinde bir delikten, başka bir aleme çekmeye çalışır.

Rüya bu ya, Polat’ı bir çırpıda gökyüzüne çeken ölüm meleği, kendisi delikten kolayca geçmesine rağmen, Polat’ı öte yakaya geçiremez.

Polat’ın erimiş bedeninin bir yarısı ölüm tünelinin bu tarafında, bir yarısı öte tarafta kalır. Polat’a göre bu ölüm meleği olan felektir. Kendisini almaya gelmiş ama bir türlü ölüm tünelinden geçirememiştir.

Sonra sisler içerisinde Polat’ın bağışlanıp, ölümün irmiğinden kurtularak, yine gökyüzünden yatağına felek tarafından indirildiğidir.

Artık ne hikmetse ertesi gün felek yine görünür kapıda. Polat’ın peşini bırakmaya niyeti yoktur. Yanına çağırır, Polat’ta yatağından doğrularak 'felek'in gel komutuna uyarak, peşine düşer.

Tam evlerinin ortmelerinden1 düşecekken, annesi yakalar. Üç aydır yatağa mahkum olan, konuşmayan, öldü ölecek denilen Polat bir daha yatağa girmez, feleğe inat ayaklanır.

Bu rüyadan sonra iyileşir, eski sağlığına kavuşur. Kendi ağzıyla anlattığı rüyasında feleğin çemberinden geçerek, yaşama devam eder. 

Yine rüyasında kar yağar, karla birlikte yedi kat yukardan karla birlikte melekler iner, yağan kardan yeryüzündeki bütün insanlar, canlılar, ölenler, yaşayanlar yese yine bitmez, yiyen acıkmaz, hastalanmaz…

Polat da kardan meleklerle birlikte kaşıklar ve bir ömür boyu rüyanın etkisinde yaşar. Acıkmaz ama hep üşür.

Rüyada gördüğü kardan mıdır nedir, Polat yaz kış üşür ve palto giyer.
 

Ded Polat (9).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş


Bu nedenle uzun, upuzun paltosuyla Siverek’te onu tanımayan, bilmeyen yoktur. Herkes şu ya da bu şekilde tanır, bilir ve anlatır.

Kimisi Ap Polat der, kimisi Xal Polat... Değişmeyen bir çizgide yaşamını sürdürür, uzun boyu ve cücesiyle bildiği gibi yaşar.

Gabardin şalvar, sekizgen şapka, kefiye, kendisini herkesten farklı kılan uzun palto ve kendine has bir yaşam biçimi.

Eski zamanların karizması ve yaşayan efsanesidir Xal Polat. Zamanı donduran, hayatı avuçları içinde yavaşça eriten benzersiz birisidir.

Siverek’ten başka memleket görmüş müdür bilmem ama Siverek’ten pek çıkmadığı, değişik kentlere ziyaret yapmadığı aşikardır!..

Belki yakın illere, akraba ziyaretine kısa süreliğine gitmiş olabilir. Onun dışında bütün zamanını Siverek’te geçirmiş, ömrünü burada tüketmeye odaklanmıştır.

Onun kum saati Siverek’te akmaya başlamış, yaşamı burada şekillenmiştir. Her şeyiyle, düşleri ve umutlarıyla Ded Polat, Siverek’tir.

Halen büyük bir inatla, yaşama sımsıkı tutunarak, hayatı anlamlandırmaya çalışan ve insanlarla iç içe olan bir divanedir, katıksız ve karşılıksız yaşayan eski çağ insanlarını çağrıştıran, benzersiz bir insandır...

Rüyalarında yaşama tutunarak, bu günlere gelmiştir. Hiç kuşkusuz rüya, Xal Polat’ın yaşam motoru olmuştur.

Ne badireler, ne zorluklar geride bırakmış, yaşamı içinde bulunduğumuz çağa karşı direnç noktası olmuştur.

Daha küçük yaşta başlayan yaşam serüveni, emeğiyle geçinme kültürü kendisini benzersiz kılmıştır.

Sokakları ve bir başına yaşamayı seven, boyun eğmeyen, deli dolu bir divanedir.

Sabahın erken saatlerinde, güneş doğar doğmaz evden çıkar, sokak sokak dolandıktan sonra kendine mekan seçtiği Kanlıkuyu’ya gelir, oturmaya başlar.
 

Ded Polat (2).jpg
Fotoğraf: Av. Mehmet Güzeller Arşivi


Bir başına, içine kapanık; ama bir o kadar da çevresiyle barışık. Konuşan olsa konuşur, susuldukça susar.

Ben Ded Polat’ı tanıdım, tanımadım; yaz, kış uzun ve kalın palto giyer, onsuz sokağa çıkmaz, onunla yatıp kalkar.

En son birkaç ay önce kendisini, Kanlıkuyu’da bulunan, asırlık dut ağacının altında; tek başına, uzun paltosuyla otururken bulmuştum. 

Her şey değişiyordu, ama Kelexanlı Polat’ın palto merakı hiç ama hiç değişmiyordu. Rus Çarlığı döneminden fırlamış bir isyancı karakterini andıran Polat, herkesin yakınıdır, dostu ve kirvesidir.

İsmine getirilen sıfatlar bile, Xal Polat’ın herkesle ilişkilendiği, herkesin akrabası, arkadaşı, yoldaşı olduğunu gösteriyor.

30-35 yıl önce Xal Polat’ı her gördüğümde içimdeki çocuk uyanır, heyecanla paltosunun omuzlarında olup olmadığını merak eder, dikkatlerimi paltosuna verirdim.

Son gördüğümde de aynı duyguları yaşadım. Bu kaçıncı paltosu bilinmez; ama eskimiş, pörsümüş paltosu yaz sıcağına rağmen, ilikleri kapalı halde üzerindeydi; zayıflamış, yaşlılığın izleri belirginleşmiş olarak asırlık dut ağacının altında oturuyordu.

Her zamanki gibi sakin ve vakur bir şekilde beni karşıladı, fotoğraf çekmeme birazcık alınır gibi olsa da ciddi bir tepki vermedi.
 

Ded Polat (6).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş


“Tiye suretê mi bance çiçirê? Şo di nama banc” (Benim fotoğrafımı çekip ne yapacaksın? Git iki isimlileri çek) deyiverdi.

“Di namey” yani “iki isimli” Siverek açısından tanıdık bir tanımlamadır. Halk arasında daha çok feodal güçleri olan ve kendilerine isimleri dışında bazı yakıştırmalar yapılan kişiler için kullanılır.

Asıl isimlerinden çok, feodal çevrelerinde bilinen isimleriyle anılırlar. 

Xal Polat’in iki ismi yoktur ama herkesten çok tanınır; bilinir, yüzü, siması hep tanıdıktır. Farkı da budur zaten.

“Di namey” olanların ismi bilinir, ama simasını çoğu kişi bilmez. Xal Polat’ın siması ise Siverek’in çoğunda zihinlerine kazınmıştır.

Çünkü Xal Polat, günün büyük kısmında Kanlıkuyu olarak bilinen halka açık mekandadır.
 

Ded Polat (1).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş


Çocukluk yıllarımda, zihnimde yer edinen, bundan kırk yıl önce neyse, Xal Polat bugün de aynıdır.

Değişen bedeni, yaşı ve ağaran, dökülen saçlarıdır. Doksanlara merdiven dayasa da halen dipdiridir ve yaşıtlarına göre dinç birisidir.

Xal Polat’ı çocukluk yıllarımdan beri tanırım. Rahmetli babamla ziyaretine gittiğimiz günler aklımdan hiç çıkmadı, çıkacağını da zannetmiyorum.

O yıllarda da dervişçe bir yaşam yürütür, aykırılığıyla da olsa yolunda yürürdü. Malı, mülkü, parası var mıydı bilmiyorum, bilmem de gerekmiyor; ama verdiği görüntü hayatında parasının olmadığına dairdi.

Yaşamı kendiliğinden yürür, toplumun içinde yaşar, oradan beslenirdi.

Xal Polat’ın giyimi, kuşamı Dersimileri andırır, konuştuğu tek dil Zazaca’dır. Bu bir tercihten ziyade, geçmişten gelen, anadille kodlanmış bir yaşamın doğal sonucudur.

Xal Polat, 30 yaşlarına kadar köyde, Siverek’e bağlı Kelexan köyünde yaşar, sonra Siverek merkeze taşınır.

Bildiği tek iş odun kırmaktır, o da odun kırmakla yaşamını sürdürür, bu yaşlarda iki balta taşır, “İki balta neden taşıyorsun?” diye sorunlara biri yorulursa, diğeriyle devam ederim diye cevap verir.

Siverek’te evlenir, yedi evlat sahibi olur. 

Xal Polat gençlik yıllarında sabah erkenden, daha gün ışımadan evinden çıkar, ağır ama bir o kadar da kendinden emin bir edayla yürür, ara sıra paltosunun altında tuttuğu baltasını yorulan elinden, diğer eline aktarır, yürüyüşüne devam ederek, Sulu Cami’nin hemen yanı başında bulunan küçük ağaçlık alana gelir, erkenden gelen ameleler arasına karışırdı. 

Bu alan Siverek açısından 40-45 yıl önce amale pazarı olarak da bilinirdi. İş arayanlar, odun kırıcılar, tırpancılar, hızarcılar genelde burada durur, ameleye ihtiyacı olanlar buraya gelerek, güçlü kuvvetli ameleler bulur, işlerinde çalıştırırdı.

Çoğu taş kırma, dam ve duvar sıvama, dökülen duvarları onarma, yük taşıma, saman boşaltma gibi gündelik işlerde çalışırdı…

Xal Polat da baltası elinde, ağaç altlarında birilerin onu işe götürmesini beklerdi. Bazen günlerce boş bekler, bazen de birkaç gün üst üste fırınlara, evlere yakacak için odun kırardı.

Siverek amele pazarında bir de tırpancılar, hızarcılar dururdu. Çoğu Ağrı’dan, Muş’tan gelir, bir süre iş arar, çalışır, sonra memleketlerine dönerlerdi.

Çoğu da yol parası bulamamaktan şikayet ederek, el avuç açarak, aç sefil yeni iş umuduyla, yeni yolculuklara başlardı.

Onlar da Xal Polat’ı tanır, onun iç dünyasını bilirdi. Xal Polat da onları arkadaş olarak kabul eder, sırlarını paylaşır, onlarla günlerini geçirirdi.

Xal Polat da uzun süre, odun kırarak yaşamını devam ettirdi. Sürekli iş yapmasa da, bazı aileler Xal Polat’ı tercih ettikleri oluyordu.

Bugünlerde define bulma hayali kuran Xal Polat’ın bilinen halinin dışında, bir de gizemle dolu bir özelliği vardır.

Siverek’te onu tanınır kılan, ne paltosu, ne de baltasıydı. Bambaşka bir insandı, benzersiz ve farklı. Hiç kimse de olmayan bir özelliğe sahipti. 

Bu özelliğiyle ilgili kitaplarda tek kelime okumadım, yazan var mı duymadım. Kendisini benzersiz kılan da bu yönüydü.

Yaşları 60-70 olanlar hatırlar, Xal Polat insanların gözlerine bakarak onların kapoklarını söylerdi.

Şimdi ‘kapok nedir’ diye sorunlar çıkacak...

Kapok, Dimili kökenli bir kelime. Yiğitlik ölçü birimi. Tıpkı metre, kilogram ya da bar gibi. 

Yiğitlik üzerine üretilen hikayeleri çoğumuz biliriz. Çocukluğumuzun büyük bölümünde bu yiğitlik hikayeleri var.

Büyüklerimizin anlatımları, dengbejlerin söylemleri yiğitliğine dairdir. Şöyle ata biner, kılıcını, hançerini sürekli yastığının altında taşır, haksızlığa baş kaldırır, aç kalır, sürülür, sevdiği için canının feda eder, düşmanına karşı dimdiktir, zulme, işkenceye dayanır ama asla boyun eğmez.

İşte Kapok bu meziyetlerin insanda olan izleridir. Xal Polat bu izleri görür, insanın yiğitliğini bir ölçüye dönüştürerek, yiğitliğini ortaya koyardı.

Kapok denilince erkeklik akla gelse de bahsettiği yiğitlik erkeklikten öte adanmışlığı ifade eder. Bu nedenle kadınlar için de kapok aynıdır. Yiğit olan kadın da olsa, erkek de olsa kapokları aynıdır. 

Xal Polat, özellikle gençlerin yüz çizgilerine, göz ve boyuna posuna bakarak onların yiğitlik derecesini kapok ölçü birimine göre tespit eder, onların kaç kapok taşıdıklarını söylerdi.

Hatta bir keresinde rahmetli babam kapoklarımı öğrenmek için beni Xal Polat’ın yanına götürmüştü.

Babamı tanırdı. Aynı yaşlarda olduklarından dolayı yakınlık duyar, samimi davranırdı. Babam da aynı şekilde Xal Polat’ı sever, kendine yakın görürdü.

Beni biraz kendisine doğru iterek “Polat hele bewni no lajektê madi çend kapoki estê?” (Hele bir bak, oğlumuzda kaç kapok var) dedi.

Xal Polat’da gülümseyerek ilk tepkisini bir dilekte bulunarak verdi:

Remzan no lajekê toyo? Allah starkero…

(Ramazan bu senin oğlun mu? Allah korusun)


Bana dikkatlice baktı. Gözlerime, özellikle gözlerimin içine baktı. Ürktüm desem, yalan olmaz. Sindim, içime gömüldüm, babama doğru geriye adımladım.

Kısa bir süre sessizlik içinde gözlerimde sanırım kapok aradı. Çevrede bulunan birkaç yetişkin erkek de bizi izledi sessizce…

Herkes bana biçilecek kapokları merak ediyordu demek ki. Ben ise içime sığınmıştım, sinmiş, korkmuştum…

Xal Polat sustukça, ben sıkıldım, utandım, oradan kaçmak istedim. 

Babam bunu fark etmiş olacak ki: "Polat de vaji, tiyê çırê bê hes manê nê?" (Polat söylesene niye susuyorsun) dedi.

Xal Polat, hiç oralı bile olmadı, susmaya, gözlerime bakmaya devam etti.

Sonunda ağır ve tok bir sesle “No lajekê to çend serreyo?” (Oğlun kaç yaşında?)dedi.

Babam hiç duraksamadan “11 serreyo” (11 yaşında) diye yanıtladı.

-Eh hetta şıro eskerey, hendê mércuye kapok asano

(Askere gidene kadar, mercimek kadar bir kapok görünüyor)


Babam biraz daha ısrar etmek istedi.

-Hele rind bewnî, mercu çiçya? Kapok hendê mercûyê benno, hele bevni zewbi çiyê çinyo?..

(Biraz daha iyice bak. Mercimek kadar kapok mu olur? Hele bir bak başka görünmüyor mu?)

 

-Remzan tiye sevanê, mercu tayna? Mi çi insanê di, qe çimandi çidi hendi miskalê kapok çinê bi…

(Ramazan sen ne diyorsun? Ben ne insanlar gördüm. Gözlerinde nokta kadar kapok yoktu.)


Babam çaresiz mercimek büyüklüğünde ki kapokıma razı olarak geri döndü.

Yolda hiç konuşmadı, kapokımı az bulduğu anlaşılıyordu.

Tek oğluydum, kapokta mercimek kadar çıkınca moralmen çökmüştü adeta…

Evde annemle konuyu konuşur oldular, annem şöyle dedi: 

Çı kapoko, çı halo. No xinteyra geyrî bi. Tiyê çirê lazeki benê çîyoo ewna?..”

(Ne kapoktur, ne haldır. Bu deliliklerden vazgeç. Çocuğu bu tür işlere niye götürüyorsun?)

 
Sonra ben büyüdüm. Okul, öğretmenlik, fotoğraf sevdası, sendika derken geç de olsa 35 yaşında askerliğe alındım ve 21 gün kısa dönem askerlik yaptım.

Bu gün 51 yaşındayım. Mercimek büyüklüğünde ki kapokumdan bir iz var mı bilmiyorum...

Xal Polat, bugün gözlerimde ne okur, ne kadar kapok verir onu da bilmiyorum.

Aradan yıllar geçti, sanırım mercimek kadar da olsa kapok insana bir güven duygusu veriyor. Tuhaf ama böylesi bir his yaratmış üzerimde.

Bu kapok meselesi bir dönem Siverek kahvelerinde, köy odalarında çok konuşulur, tartışılırdı.

Bugün kapok peşinden koşan insan sayısı parmak sayısından bile az.

Xal Polat, insanın gözlerinde kapokları okuyan tek kişi… Yeryüzünde eşi ve benzeri var mıdır, bilmiyorum.

Xal Polat gördüğü gözlerin kapokunu ne az, ne de fazla söyler.

Konumu, adı, sanı kapokta işlemez. Başına silahta dayasan gördüğü kapok neyse odur.

Ağa da olsan, beg de olsan kapok gözde göründüğü kadardır. Ne fazla, ne eksik…

Mesele bu kadar derin ve ilginç yani…

Yaz kış giyilen palto ve insanların gözlerinde okunan kapoklar…

Polat’ın yaşamı rüyalardan, kapok okumaktan ibarettir.

Şimdilerde ise rüyasında gördüğü hazinenin peşindedir. Bir gün bulacağından emin, rüyalarında yaşamaya devam etmektedir Ded Polat.

Kaynakça:

Bu yazı uzun gözlem ve kısa bir araştırma sonucu yazılmıştır. Eksiklikler, abartı ve olağanüstülükler olabilir. Hata ve yanlışlar için şimdiden özür dilerim. Yaşayan birisinin hayatını kaleme almanın zor tarafları var. Bu nedenle bazı konuları es geçtim. Belki daha ileriki zamanlarda daha derinlikli yazılabilinir. 

*Ded: Zazaca yaşlı amcazade demektir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU