Ev sinemasında bu hafta: Sinematik bir mücevher; “Uncut Gems”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için yazdı

Benim için sinema artık haz veren bir eğlence ya da sosyalleşme ritüelinden çok, beşerî bir ihtiyaca dönüşmüş durumda.

Her gün en azından bir film seyretmeye çalışıyorum. Seyredemiyorsam sanki bir öğün yemek yemeyi atlamış gibi hissediyorum.

Durum böyle olunca film seyretme halim de yıllar içinde farklılaştı.

Her şeyden öte sinemaya gitmek için en az iki kişinin bir araya gelmesi gerektiği kuralını çok umursamıyorum.

Bir başıma film seyrettiğim anlar için de pişmanlık duymuyorum.

Benim için film izlemek, ona olabildiğince göz kaçırmadan dikkat vermek demek.

Bu yüzden eğer sinemada seyrediyorsam film esnasında aralarında konuşanların fısıltılarından, ellerindeki yiyecek paketlerinin hışırtısından ya da olmadık yerde ortaya çıkan telefonların ekran ışığından rahatsız olmamak için gözlerimin bozulma pahasına olabildiğince kimsenin tercih etmediği ön koltuklardan yer seçiyorum.

Eğer evde seyrediyorsam kulaklığımı taktığım andan itibaren kimsenin beni bölmemesini rica ediyorum.

Sizin film izleme ritüelinizi bilmiyorum, ama eğer filmleri yeterince dikkatli seyredenlerden değilseniz ve film seyrederken zaman zaman ilginiz telefonunuza düşen bildirimlere ya da yanınızdaki kişiye doğru kayıyorsa sizi baştan uyarmalıyım, bu defa karşınızda öyle gözünüzü kaçırmanıza fırsat vermeyecek son derece çılgın, hızlı, tempolu ve eğlenceli bir film var.


Sinematik bir mücevher; “Uncut Gems”

Yönetmen: Josh Safdie, Benny Safdie / Oyuncular: Adam Sandler, Lakeith Stanfield, Julia Fox, Kevin Garnett, Idina Menzel, Eric Bogosian, Judd Hirsch, Keith Williams Richards, Jonathan Aranbayev, Noa Fisher, Abel Tesfaye, Mike Francesa, Jacob Igielski, Wayne Diamond, Josh Ostrovsky, Benjy Kleiner, Pom Klementieff, Tommy Kominik, Louis Arias, Keren Shemel, Sahar Bibiyan / Süre: 135 dakika
 


Muhtemelen Adam Sandler’in 2019’un sonlarında prömiyeri yapılan Uncut Gems’teki performansı hakkında çok şey duydunuz, ancak eğer bu fısıltılara rağmen henüz filmi izlemek için imkan ve vakit bulamadıysanız şimdi Netflix’te bu filmi yakalama şansınız var.

“Yakalama” şansınız var diyorum; çünkü şimdiden söylemeliyim bu film, sizi şimdiye kadar tecrübe etmediğiniz bir seyir deneyiminin içine çekecek ve hikayeyi takip edebilmeniz için oturduğunuz koltukta maraton koşusuna eş değer bir efor harcamanıza sebep olacak.
 


Bu yüzden filmi seyretme motivasyonunuza göre, bir yoğun görüntüleme deneyimi sunan bu 135 dakikayı aranızdan yorucu bir sinema biçimi olarak görenler çıkabilir.

Şahsen sahne ve diyalog kaçırmamak için kesildiğim pürdikkat nedeniyle film bittiğinde nefes nefese kaldığımı itiraf etmeliyim.
 


Ama tabii ki bu durum, filmin bu biçimsel yaklaşımını kötü bulduğum anlamına gelmiyor.

Aksine hikayedeki seri ve paralel karakterlerin (manipülatörlerin) hayattaki konumlarının böylesi bir hız-ivme eksenine yerleştirilmiş olmasını çağımızın hız odaklı yaşamıyla karşılaştırdığımda biraz manidar ve önemli buldum.

Filmin öylesine dinamik bir akışı, öylesine kinetik bir anlatımı var ki filmi kinematik açıdan değerlendirmemek mümkün değil.
 


Dolayısıyla bu durum şahsen beni, iki boyutlu bu sinematik evrenin kendine has kaotik ve baş döndürücü akışı içinde gerçekleşen devinimlere ve esas oğlanın karakterine hız, ivme, yol üçleminde bir anlam yüklemeye sevk ediyor.
 


Filmin baş kahramanı Howard Ratner’ı etkileyen kuvvetler ve şeylerle, onun var olma amacı ile bu amaç uğrundaki hareketleri arasında, soyut olarak hareketlerinin nedenini önemsemeksizin onun oradan oraya yer değiştirme, soluksuz konuşma ve hareketliliğinde hız-ivme arasında bağlantı kurmama bir kapı aralıyor.

Çılgın elmas satıcısı

Tüm bu analitik değerlendirmelerden bağımsız olarak filmi özetlemek gerekirse; Altın Küre ve Emmy adayı Adam Sandler’ın başrolünü üstlendiği suç ve dramın birbirine karıştığı, gerilim yüklü bir komedi filmi olan Uncut Gems, borç içinde yüzen; ama bu borçlarını ödeyebilecek kadar da değerli bir kayaya sahip olan, New Yorklu bir kuyumcuyu kadrajına alıyor.
 


Bu dünyada türlü türlü insan var; zengini var, fakiri var, iyisi, kötüsü, dindarı, bencili, dolandırıcısı, fedakarı var.

İstediklerini elde etmek için çevresindeki herkesi kullanan ve bu yolda kime bulaştıklarına dikkat dahi etmeyenler var.

İşte filmin başkahramanı Howard Ratner tam da bu tür insanlardan.

Çılgın bir elmas satıcısı olan Howard, Manhattan’da elmas ticaretinin döndüğü bir bölgede, zengin ve ünlülere satış yapan bir kuyumcu dükkanının sahibidir.
 


Birçok tehlikeli insana borcu olan Howard, bir yıllık bir uğraş sonunda Etiyopya'dan getirttiği değerli bir taşı, bir milyon dolara satmayı ve tüm borç verenleriyle arasını düzeltmeye hazırdır.

Ancak sorun şu ki, eline biraz (veya çok) para geçtiğinde, basketbola bahis yaparak her daim daha fazla paraya dönüştürmeye çalışmaktan kendini alamıyor.
 


Zamanında ödeyemediği bu borçlar yüzünden mallarının bir kısmı çalındığında ve Etiyopya’dan yasadışı olarak ithal ettiği bir milyon değerinde bir taş olduğuna inandığı elindeki o en değerli kaya parçasını emanet ettiği ünlü bir basketbol oyuncusu Kevin Garnett’den geri alamadığında bu elmas satıcısının hayatı hızla kontrolden çıkıyor ve karmaşık bir hal alıyor.
 


Ayrıca Howard’ın kişisel hayatı da finansal durumundan daha iyi değildir.

Aile içindeki kopuk ve güvensiz ilişkileri, ondan uzaklaşmış olan ve artık boşanmak isteyen ancak çocukları uğruna bir arada görünmeye devam eden öfkeli karısı ve böylesi bir karı-koca ilişkisinin beki de olmazsa olmazı kuyumcu dükkanında çalışan bir metresin varlığı Howard’ın hayatını iyice zorlaştırıyor ve çıkmaza sokuyor.
 


Bir mücevher dükkânı olan, fakat bahis başta olmak üzere voliyi vurmak adına riskli girişimlerde bulunmakta bir beis görmeyen bir kumar bağımlısı olan Howard, mücevher baronlarından NBA yıldızlarına kadar birçok kişinin işin içine karıştığı olaylar silsilesi içerisinden çıkmaya çalışırken, mücevherler, borçlar, tefecilere bırakılan rehinler, bahisler ve haydutların cirit attığı sindirilmesi zor bu kaba ve kalabalık ziyafette tüm okların kendisine çevrilmesine engel olamıyor.
 


Karanlık ve kirli işler peşinde, kaos içinde yaşayan ve herkesi aynı anda idare etmeye çalışan Howard, yüzlerce şeyin aynı anda gerçekleştiği ve herkesin sürekli konuştuğu (daha doğrusu birbirine küfür ettiği) gündelik yaşantısında hayatı gittikçe tehlikeli bir karmaşıklığa doğru sürükleniyor.

Nihayetinde Howard Ratner turnayı gözünden vuruyor, ama ne yazık ki hiçbir zaman gerçekten bu kazancın zevkini alma şansını elde edemiyor.
 


Cevherlerin yeniden keşfi

Bunun bir Safdie Kardeşler filmi olduğunu göz önüne alırsanız, Howard için bu kaotik ortamdan sıyrılmanın öyle pek kolay olmayacağını tahmin etmeniz zor değil.

Bu açıdan Safdie Kardeşler’in filmi hayal kırıklığına uğratmıyor.
 


Uncut Gems ilerleme hızı, kesintisiz konuşmaları ve sürekli bağrışmaların olduğu kaotik ortamların tasviriyle seyredilmesi stresli, telaşlı ve endişe verici görünebilir.

Hatta bu, muhtemelen son zamanlarda izleyeceğiniz en sinir bozucu filmlerden biri de olabilir.
 


Film, seyircisine bir an olsun nefes aldırmayan hiperaktif biri tarafından çekilmiş gibi görünüyor; ancak bu senenin başlarındaki ödül sezonunda fazlaca adaylık ve ödül alamaması ise dürüst olmak gerekirse bu film için bir talihsizlik.

Bunun nedeni de takdir edersiniz ki son yılların en yenilikçi ve iyi filmlerinin aynı anda çekilmiş olması ve birbirleriyle rekabet edememesidir.

Büyük aktörleri tanınmayan karakterlere dönüştürmenin yanı sıra, Safdie Kardeşler’in amatör yetenekleri keşfetme konusunda da oldukça güçlü vizyonları var.
 

Josh ve Benny Safdie.jpg
Josh ve Benny Safdie (Safdie Kardeşler)


Bir önceki, Soygun (Good Time) adlı filmlerinde Robert Pattinson’un içindeki cevheri ortaya çıkararak birçok sinemacı için yeniden tanımlayan Safdie Kardeşler, şu an benzer bir şeyi Uncut Gems filmindeki performansıyla Adam Sandler için yapıyor.

Daha önce bir Netflix orijinal yapımı sayesinde oyuncunun komedyenliğinin çok farklı taraflarını keşfetmiş ve performansına hayran kalmıştım.
 


Adam Sandler’in metro istasyonlarından komedi kulüpleri ve konser salonlarına kadar uzanan 23 şehirde gerçekleştirdiği stand-up performanslarından Netflix için özel derlenen “Adam Sandler: 100% Fresh” bu açıdan çok ama çok keyifliydi.

Doğrusu komedyenin bu kadar yetenekli olduğunu bilmiyordum. Bu özel derleme sayesinde kendisini pek bir sevdim.
 


Gösteriler çoğunlukla belden aşağı espriler olduğu için yetişkinlere daha uygun olan film çoğunu kendi yazdığı 23 şarkılık repertuarıyla çok keyifli bir 70 dakika yaşatıyordu.

Ancak sanırım oyuncunun kendisini çoğunlukla sabun köpüğü romantik ya da komedi filmlerinde görüyor olsak da Adam Sandler’ı daha ciddi rollerinde sevme eğilimindeyim.

Bu açıdan benim için bir sinematik mücevher olan Uncut Gems filmi de Adam Sandler: 100% Fresh yapımında olduğu gibi oyuncunun bambaşka yeteneklerini görmemi sağlayan çok beğendiğim filmlerden biri oldu.

Yahudi bir mücevher mağazası sahibi olan Howard Ratner’in karakteri, Adam Sandler’ın dramatik bir rolle derinlemesine hareket etme şansı sunuyor ve hayatının kontrolünü kaybeden bir adam olarak çarpıcı bir performans sergiliyor.
 


Zamanımızın en dinamik aktörlerinden biri olduğunu kanıtlayan Sandler’ın doğal yeteneği onu bu filmle kariyerinin zirvesine çıkarıyor.

Howard Ratner’ın eylemleri, seçimleri ve sahtekârlıklarının böylesi antisemitik bir şekilde tasvir edilmesi eleştirileri de beraberinde getirip birçok insanı rahatsız ettiyse de bu durum bile oyuncunun rolünde ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor.


Haftanın diğer filmleri

#FriendButMarried

Yönetmen: Rako Prijanto / Oyuncular: Adipati Dolken, Vanesha Prescilla, Rendi Jhon, Beby Tsabina, Denira Wiraguna, Refal Hady, Diandra Agatha, Sari Nila / Süre: 102 dakika
 


Netflix’in Asya Filmleri kuşağında yer alan ve aynı isimli bir gençlik romanından uyarlanan Endonezya yapımı #TemanTapiMenikah adlı bu romantik komedi; on iki yıldır çok yakın arkadaş olan Ayudia ve Ditto’nun lise arkadaşlığından evliliğe doğru uzanan ilişkilerini anlatıyor.

Lise arkadaşları olan Ditto ile Ayudia’nın yedikleri içtikleri ayrı gitmez. Hatta Ditto, Ayudia’nın kalbi kırıldığında dahi hep onun yanında olan ilk kişidir. Ayudia aşk acıları çekerken bile Ditto hep onu teselli etmektedir.

Ancak on iki yıl sonra, Ayudia’ya karşı hislerini ve aşkını yıllarca saklamış olan Ditto artık en iyi arkadaşı Ayudia’nın en iyi hayat arkadaşı olmasını isteyecek kadar onu çok sevdiğini anlamıştır. Ve Ayudia’ya duygularını açması Ditto için artık kaçınılmazdır.


Artık Burada Değilim

Yönetmen: Fernando Frías / Oyuncular: Juan Daniel García, Angelina Chen, Jonathan Espinoza, Coral Puente, Tania Alvarado, Fanny Tovar, Luis Leonardo Zapata, Yahir Alday, Leonardo Garza, Yocelin Coronado, Deyanira Coronado / Süre: 112 dakika
 


Görüntü yönetmeni Damian Garcia’nın büyüleyen sinematografisiyle bir sinemanın beyaz perdesinde seyretmek isteyeceğiniz türden bir film olan Ya No Estoy Aqui (I’m No Longer Here); Kuzey Meksika’daki Monterrey kentinde geleneksel kumbiya müziğinin zıplayan ritmine takılan, yavaşlayan ve kendi yollarını çizen modern gençlere odaklanıyor.

17 yaşındaki Ulises, kumbiya müziğine tutkun, birbirlerine lakap takan, günlerini sokaklarda dolaşarak, şarkı söyleyerek, dans ederek geçiren bir grubun lideridir.

Ancak yerel bir çeteyle yaşanan korkunç bir yanlış anlamanın ardından can havliyle ABD’ye kaçar.

Arkadaşlarına alelacele veda ettikten sonra sürgün hayatı yaşamaya başlayan Ulises, New York’un Queens kentinin etnik olarak karışık bir lokasyonuna girerek LaGuardia Havalimanı’na inen uçakların gölgesinde günlük yevmiye ile işçi olarak çalışmaya başlar.

Bu süreç içinde, gittiği ülkenin dilini konuşamadığı için sosyalleşemediği gibi, görünüşü, aksanı ve özellikle tutkun olduğu müzik tarzı nedeniyle kendisiyle aynı dili konuşanların da alaylarına, küçümsemelerine maruz kalır.

Kendi ülkesindeki evinin mahallesinde ne kadar rahat ve dışadönükse, artık bu yeni hayatına ev sahipliği yapan Amerika’da da bir o kadar yalnız ve izole bir hayat sürdürmek zorundadır.

Netflix’in Müzikal Filmler kuşağında yer alan, kendi kimliğini ortaya koymak ve aynı zamanda bir şeylere ait olmayı istemekle ilgili olan film, yabancı bir ülkede yolunu bulmak için mücadele ederken kalabalıklar içinde bile gerçek anlamda tamamen yalnız hissetmenin hissini başarılı bir şekilde yakalarken Meksika alt kültürüne güzel ve sarhoş edici bir yolculuk vadediyor.


Beats

Yönetmen: Brian Welsh / Oyuncular: Cristian Ortega, Lorn Macdonald, Laura Fraser / Süre: 101 dakika
 


Başka Sinema ile sağladığı iş birliğiyle BluTV’nin yayın programına eklediği Beats; 1994 yılında bir İskoç kasabasını kadrajına alıyor.

İki en yakın arkadaş, hayatları başka yönlere gitmeden önce son bir çılgın gece geçirmeye karar verirler ve kaçak bir partiye katılmak için hayatlarını riske atarlar.

Gece; müzik, anarşi ve özgürlüğün buluştuğu, asla unutamayacakları bir deneyime dönüşür.

BAFTA’dan En İyi Erkek Oyuncu, Britanya Bağımsız Film Ödülleri’nden ise En İyi Sinematografi ve En İyi Ses ödülleriyle dönen yapım, izleyiciyi; dostluk, müzik ve başkaldırının evrensel hikayesiyle buluşturuyor.

Yönetmen koltuğunda, Black Mirror serisinden tanıdığımız Brian Welsh ve yapımcı koltuğunda Oscarlı yönetmen Steven Soderbergh’ten iz bırakacak bir hikaye.


Rüyayı Hecelemek

Yönetmen: Sam Rega / Oyuncular: Srinivas Ayyagari, Jacques Bailly, Valerie Browning, Srinivas Ayyagari, Jacques Bailly, Valerie Browning, Ratnam Chitturi, Shourav Dasari, Pawan Dhingra, Ashrita Gandhari, Sanjay Gupta, Jaideep Janakiram, Paige Kimble, Hari Kondabolu, Nupur Lala, Tejas Muthusamy, Balu Natarajan, Kevin Negandhi, Shalini Shankar, Akash Vukoti, Rahul Walia, Fareed Zakaria / Süre: 83 dakika
 


Çevrimiçi izleme platformunun 3 Haziran tarihli yayın programındaki gösterimi için gün sayan Netflix orijinal belgeseli Spelling the Dream, eski bir Amerikan geleneği olan heceleme yarışmalarına ev sahipliği yaparak bu geleneği sürdüren Scripps Ulusal Heceleme Yarışması’nı kadrajına alıyor.

Yarışma boyunca umut dolu dört yarışmacıyı izleyen ve gazeteci Fareed Zakaria, nörocerrah Sanjay Gupta ve stand-up komedyeni Hari Kondabolu ile yapılan röportajları da içeren bu belgesel, ABD’nin en büyük ve prestijli yarışmalarından kabul edilen bu heceleme yarışmasını onlarca yıldan beri Hint asıllı Amerikalı öğrencilerin kazanmasını araştırıyor.

1999’dan bu yana, 23 kazanandan 19’u ve art arda son 11’inin Güney Asya kökenli öğrencilerden oluştuğu bu ikonik turnuvanın şampiyonu olmak öyle kolay değil. Her şeyden önce birbirlerine karşı değil, sözlüğe karşı yarışıyorlar.

Kazanmak için 60 bin ila 100 bin kelimeyi bilmek gerekiyor. Yarışmacılar bunun yüzde doksan çalışmaya, yüzde on da diğer şeylere bağlı olduğuna inanıyor ve çoğunlukla bu rakama ulaşabilmek için gün içinde iki dakikalık molalarla her defasında 100 kelime kökü çalışmaya gayret ediyor.

Hal böyle olunca bu çocuklar 13 yaşlarına geldiklerinde bu işe bir yetişkinin ömrü boyunca bir konuya ayırdığından çok daha fazla zaman ayırmış oluyor.

Ama elbette sonuç ne olursa olsun onları seven ve teşvik eden aileleri her daim onların yanında olduklarını çocuklara hissettiriyorlar. Zaten bir süre sonra bu yarışma süreç boyunca ailevi bir meseleye dönüşüyor.

Belgesel, farklı yaşlardaki bu yarışmacıların aile hayatlarını gözlemlemek, onların eğitim süreçlerine tanıklık etmek, kurdukları hayale doğru yürürken iniş ve çıkışlarını keşfetmek ve en iyi olmak için verdikleri mücadelede neye ihtiyaçları olduğunu öğrenmek için seyirciye yakın plan bir bakış sunuyor.


Sinek Kuşu

Yönetmen: Kim Bora / Oyuncular: Park Ji-hoo, Kim Sae-byuk, Jung In-gi, Lee Seung-yeon, Park Soo-yeon, Son Sang-yeon, Park Seo-yoon, Jung Yoon-seo, Seol Hye-in, Hyung Young-seon, Gil Hae-yeon, Park Yoon-hee, Son Yong-beom, Ahn Jin-hyun / Süre: 138 dakika
 


Seul, 1994… Dünya kupası, Kuzey Kore liderinin ölümü, Seul Köprüsü’nün çökmesi gibi pek çok önemli olayın yaşandığı dönemde, 14 yaşındaki Eunhee, küçük bir dükkan işleten ailesinden beklediği ilgiyi görmeyince, sevgi peşinde şehri turlayıp duruyor ve kalbini teslim edecek birilerini arıyor.

O yıl gazete manşetleri büyük olaylarla dolu, ama Eunhee bunun farkında değil.

Eunhee’yi anlayabilecek tek kişi okula gelen yeni kadın öğretmen Youngji olabilir mi?

Başka Sinema ile sağladığı iş birliğiyle BluTV’nin yayın programına eklediği, ödüllü kısa film yönetmeni Bora Kim’in ergenlik, eğitim, aile ve toplum baskısı kavramlarını ele alan, 2019 Berlin Film Festivali’nde Generations 14+ Büyük Ödül, İstanbul Film Festivali’nde ise Altın Lale kazanan Beolsae (House of Hummingbird), eleştirmenlerce “yeni ve büyük bir yeteneği müjdeleyen, heyecan verici bir film” olarak övülüyor.


Son İglo

Yönetmen: Christian Collerton / Katkı Sağlayanlar: William Grayburn, Neil Crombie, Joe Evans, Biggi Hilmars, Adam Simons, Katie Puckrik, Mick Duffield / Süre: 90 dakika
 


İglo; beceri sahibi bir Eskimo’nun birkaç saatte inşa edebildiği basit ve zarif bir tasarım. Bu tasarımın insanın en eski barınaklarından biri olduğu düşünülüyor. Ama yakında iglo sonsuza dek yitirilecek.

Kuzey Kutbu dünyanın herhangi bir yerinden iki kat daha hızlı ısınırken Grönland’ın buz örtüsü şu anda 2003’te olduğundan dört kat daha hızlı eriyor. Kar ve buzla birlikte iglolar ve onları yapan kültürler de yok oluyor.

Bu büyüleyici belgesel, Grönland’da köpekli kızağıyla çarpıcı kutup coğrafyasında dolaşan, deniz buzunu delerek balık tutan ve sonunda bir iglo inşa eden bir Eskimo avcının yaşamında tipik bir günü takip ediyor.

Eskimolar artık kalıcı yerleşimlerde yaşarken iglolar avcılar tarafından vahşi doğada barınmak için inşa edilmeye devam ediyor.

4 Haziran Perşembe günü saat 22.00’da Digiturk, Tivibu ve D-Smart platformlarında yer alan BBC Earth’de ekranlara gelecek olan; iş işten geçmeden iglo yapım sanatını belgeleyen ve seyircisini Haziran ayında kutuplara doğru yolculuğa çıkarmayı planlayan bu film, olağanüstü meditatif ve şiirsel bir duygu yoğunluğu ile izleyicileri sarıyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU