Osmanlı Anadolu'da bir ‘Ramazan Medeniyeti’ kurdu: Diş kirası, gölge oyunları, zengin iftar sofraları…

Kovid-19’un gölgesinde mahzun bir ramazan idrak edilse de bu ay Türkler için sadece dini bir vecibe olarak görülmez. Gelenekleri, eğlenceleri ve sofra kültürü ile ramazan ayı Osmanlı’da her yönüyle on bir ayın sultanı olarak yaşanırdı

Tüm dünyayı saran Kovid-19 salgınının gölgesinde Müslümanlar buruk bir ramazanı geride bırakmak üzere.

Müslümanların, Rabbi karşısında en önemli sorumluklardan biri olan oruç, amansız virüsün gölgesi altında geçmiş yıllardaki coşkusundan uzak bir şekilde idrak ediliyor.

Oysa Sezai Karakoç, yıllar önce orucu anlattığı dizelerinde insanın sağ iken dahi ‘ölüme karışık’ olduğunu şu dizelerle ifade etmişti:

Siz sanmayın ki, oruçta yalnız siz susar, siz acıkırsınız. Oruç da susar, oruç da acıkır. Çünkü: Oruç da canlıdır. Sizin gibi. Hatta sizden fazla. Çünkü: Onda, ölümün eriteceği et ve kemik de yok. İnsan, sağken bile ölüme karışıktır. Biz, hayatla ölümün karıştığı bir terkibiz. Sağken, hayat ölüme baskındır ve ölümü kullanır. Sonra yaşlandıkça, ölüm güçleri yavaş yavaş artar ve ölüm yüzdesi, hayat yüzdesinin üstüne çıkar bir gün. İşte o gün ölmüşüzdür, ölüm hayatı kullanmaya başlamıştır. Toplum yaşayışında da böyle. Ecel olarak gelen ölüm, bu hayat-ölüm çatışmasını kesin bir sonuca bağlar. Ama oruç yüzde yüz diri, saf olarak diridir. Net diridir, insan gibi brüt değildir.

(Sezai Karakoç – Oruç da Acıkır) 

Ramazan, manevi ikliminin yanında Türk toplumu içerisinde muazzam bir kültür birikimine sahiptir.

Özellikle Osmanlı döneminde, başta İstanbul’da olmak üzere, bir ‘Ramazan Medeniyeti’ inşa edilmişti.

On bir ayın sultanı olarak kabul edilen bu ayın hazırlıkları haftalar öncesinden başlardı ve oruçla geçen her gün büyük bir coşkuyla idrak edilirdi. 

Ramazanda öncelikle asayiş temin edilirdi

Osmanlı’da ramazan ayı sosyal ilişkilerin en yoğun olduğu zaman dilimiydi.

Akraba ve eş-dost ziyaretleri artar, komşuluk ilişkileri güçlendirilirdi.

İnsanlar sofralarını; dini, ırkı ve meşrebi ne olursa olsun tüm fukaralara açardı.

Bunun yanında birbirinden güzel ramazan eğlenceleri tertiplenerek her bir günün karnaval havasında geçmesine büyük özen gösterilirdi. 

Toplumsal hareketliliğin bu denli yoğun olduğu bir zaman diliminde toplumun ahlaki vaziyetinde ve asayişte insicama büyük bir ehemmiyet verilirdi.

Ramazan günlerinde meydana gelebilecek her türlü vukuatın önüne geçmek adına hükümet nezdinde ‘Tembihnameler’ çıkartılırdı.

Örneğin 1861 yılında çıkartılan bir Tembihname’ye göre seyirlik noktalarda meydana gelecek ahlaki vukuatların önüne geçmek için bu bölgelerin kullanımına kadın-erkek eşitliği gözetilerek şöyle bir düzenleme getirildiği görülüyor:

İstanbul Boğaziçi ve Üsküdar seyir yerlerinden bazısı sırf cuma günleri kadınlara ve Pazar günleri erkeklere mahsus olduğu için bundan böyle İstanbul’da Kağıthane’ye, Üsküdar’da Modaburnu, Fenerbahçe, Beşiktaş’ta Hacıhüseyin Bağı, Ihlamur, Küçükçiftlik; Beyoğlu’nda Taksimönü; Boğaziçi'nde Küçük ve Büyüksular, Çubuklu Hünkar İskelesi, Arnavutköy akıntısına cuma vesair günlerde gidilebilir. Ancak pazarları İslam hatunları gidemeyecektir. Şayet gidenler olursa yukarıda adı geçen kanun gereğince cezalandırılacaktır.
 


Bazı noktalarda asayiş sağlanamayacağı gerekçesi ile kadınların girmesi sakıncalı bulunarak bu bölgelere ramazan ayında gitmemeleri tembihlenmişti:

Üsküdar’da Bağlarbaşı civarında Maşatlık denilen yer ile Bostancıbaşı Köprüsü arasında biryere açılan Çiftehavuzlar, Serbostanbağı ve Sultantepesi civarında Susuzbağ ve Kuzguncuk üzerindeki Arapzade Bağı, Maslak, Şişli, Levent Çiftliği, Pangaltı, Zincirlikuyu öteden beri seyir yeri olmadığından herhangi gün olursa olsun İslam kadınlarının araba ile durması ve sere serpe oturması tamamen ve kesin olarak yasaktır.

Adı geçen yerlerde, gerek yollarda erkek ve kadın seyircilerden sefihçe ve edep dışı hareket edenler ve gelip geçenlere laf atanlar olursa adı geçen kanunun 202. maddesi uyarınca cezalandırılacaktır.

Seyir yerlerinin dışında bir diğer asayiş problemi tebdil-i kıyafet teftişe çıkan padişahın bizzat tanık olabileceği problemlerdi.

Müslüman ve gayrimüslim ahali bu konuda tembihlenerek, bilhassa iffet ve davranışlarına dikkat etmeleri konusunda uyarılırdı:

Padişahın, İstanbul ve çevre mahallerdeki cami-i şerif ve bazı yerleri ziyaret edeceğinden, çevre halkının hareket ve iffetlerine dikkat etmesi kendi ahlaki vecibelerindendir. Padişahın ziyareti sırasında bazı kimselerin edepsiz olarak bakıp, şaka yaparak sohbet etmeleri, cami şeriflerde ikamet edecek yerlerin karşısına toplanıp halka olarak oturmaları ve bunun gibi yakışıksız tavırlara cesaret etmeleri padişahın halkı olma vasfına aykırı bir davranıştır.

Böyle edebe aykırı hareketlere teşebbüs olunmamasına bilhassa, özenle dikkat edilmelidir. Halk, bulundukları meslek, zanaat, me’muriyet ve hademe dahi me’muriyet ve işlerinde özel kıyafetleriyle gezip, askeriyeye ve birbirlerine benzer giyimlerden nezaket ve edebe aykırı tavırlardan kaçınılacaktır. Kadınlar, ince yaşmak kullanmamalı, göğüs ve saçları görünmemeli ve arabaları yanlarında genç ve süslü arabacı ve seyis götürmemeleri hususuna dikkat etmelidirler.

(1842 tarihli Ramazan Tembihnamesi)

 
Hilal görünür ve ramazan coşkusu başlardı

Ramazan hilalinin görülmesiyle İstanbul’da hayat başka bir hüviyete bürünürdü.
 

ramazan hilali.jpg
Fotoğraf: Twitter


Kilerler haftalar öncesinden doldurulur, ramazana özel alışverişler ve eğlence hazırlıkları yapılırdı.

Devlet memurları nöbet usulüne geçer, yoğun olarak çalışmak zorunda olan devlet daireleri ise kapılarını iftar sonraları açardı.

Bu ayda bizzat hükümet tembihnamelerle yerlere çöp atılmasını ve tükürülmesini yasaklarken herkesin evlerinin önünü temiz tutmasını isterdi. 

Yabancı seyyahlar biranda düğmeye basılmışçasına Osmanlı ahalisinde meydana gelen değişimleri büyük bir hayretle karşılardı.

Schweigger, 1575 yılında kaleme aldığı İstanbul seyahatnamesinde ramazan coşkusuna değinir ve köpeklerin bile unutulmadığı bir ay olarak tasvir eder:

Türkler ramazan ayında oruç tutar. Gündüzleri bir şey yemez ve içmezler. Akşam namazından sabah namazına kadar geçen sürede istediklerini yer ve içerler. Akşam olduğu vakit minarelerin etrafını çevreleyen ışıklar yakarlar. Bu ışıklar sabaha kadar yanar.

Ramazan ayında gündüzleri açıktan bir şey yemek içmek yasaktır. Bu tür davranışlar da bulunanlar cezalandırılır. Mahalle imamları mahallelerinde bu tür davranışlarda bulunanları tespit eder.

Bir gün atla İstanbul sokaklarında dolaşan Nasuh Paşa, şarap içip sarhoş olan bir genç görmüştür. Genç yakalanarak huzûra getirilmiş. Nasuh Paşa, gencin kendisine gelmesini beklemeden gencin boğazından aşağı bir kepçe eritilmiş kurşun döktürerek genci cezalandırmıştır.

Türkler ramazan ayında önemli kişilerin türbelerini ziyâret ederler. Kurbanlar keserek kurban etlerini dağıtırlar.

(Salomon Schweigger - Sultanlar Kentine Yolculuk)


Ramazan bir yardımlaşma fırsatıdır

Osmanlı’da ramazan ayının en önemli davranışı misafirperverlik ve yardımlaşmaydı. Misafirsiz iftar sofraları öksüz ve bereketsiz kabul edilirdi.

Bu yüzden başta padişah olmak üzere tüm İstanbul ahalisinde tatlı bir misafir ağırlama ve iftar telaşı söz konusuydu. 

Bu sofraların asıl sahipleri fakir kimseler olarak görülürdü. Yine bu ayda misafir ağırlamak kadar bir müşküle maddi yardımda bulunmak son derece önemli bir davranıştı.

Bu sebeple birçok Müslüman işleyeceği bir hayır için özellikle ramazan ayını iple çekerdi.

Bu iyilik yarışının en güzel örneklerini genellikle devletin başı ve Müslümanların halifesi olan padişahlar gerçekleştirirdi.

Bu yardımların en hayırlısı savaş sebebiyle yurtlarından olmuş Müslüman muhacirlere yapılanlar iyiliklerdi.

Bizzat Sultan Abdülmecid, Çerkes muhacirler için ramazan ayında yayınladığı bir fermanda şunları söyleyecekti:

Şu sırada İstanbul’da bulunan Çerkes muhacirleri çocuklarının elbiseleri eskimiş olmakla beraber birçoğu açık ve üryan gezmektedir. Ramazan münasebetiyle yüzlerinin gülmesi ve padişah hazretlerine hayır dualar etmeleri için bu Çerkes muhacirleriyle erkek ve kız çocuklarını giydirmek üzere süratli bir şekilde basmadan elbiseler tedarik edilip dağıtılsın.

Yine bu dönemde ahalinin ekonomik zorluk yaşamaması ve ramazanın huşu içerisinde geçirilmesi çok önemliydi.

Bu sebeple devlette çalışan memurlara hem ramazan için hem de bayram için toplamda iki maaş birden verilirdi.

Devletin ekonomik olarak zorlandığı dönemlerde ise ödemesi geciken maaşlar toplu bir şekilde ramazanda ödenmeye dikkat edilirdi. 

Fransız seyyah Nerval, Müslüman ahalinin ramazan ayındaki yardımlaşma gayretini ve fukaranın gözetilmesini şöyle tasvir edecekti:

Ramazanda herkes her eve girebiliyor ve orada verilen yemekleri yiyebiliyordu. Fakir ve zengin bütün Müslümanlar güçleri nispetinde bu dini görevi yerine getirmeye çalışıyordu. Üstelik evlerine gelen kimselerin Müslüman olup olmadıklarına da bakmıyorlardı.

(Gerard De Nerval - Muhteşem İstanbul)
 


Fakirin de zenginin de sofrası mükellef olurdu

Osmanlı’da ramazan aylarında günün en önemli vakti iftar zamanıydı.

Sofraların mükellef olması adeta kişinin ekonomik statüsünden bağımsız bir şey olarak ele alınırdı.

ramazanda sofranın en güzel şekilde donatılması fakirinden zenginine herkesin en büyük gayesiydi.

Bunun için zenginler hiçbir masraftan kaçınmazken, maddi durumu çok da iyi olmayan kimseler de bir şekilde bulup buluşturarak sofralarını mükellef hale getirirlerdi.

Lakin sultanın ve paşaların sofraları dillere destandı.

Çoğunlukla iftar seremonisi öncelikle iftariyelik denilen ilk servisle başlardı. Bu servis çeşitli peynirler ve envaı türde reçellerle sunulurdu. 
 

sultanın sofrası.jpg
Sultanın iftar sofrası tasviri / Görsel: Pinterest


Osmanlı’da reçel ve turşu her mevsimde bulunamayan meyve-sebzelerin en güzel korunma şekliydi. Bu sebeple sayısız çeşit reçel ve turşu sofrada hazır edilirdi. 

İftariyeliklerden birer kaşık tadımlandıktan hemen sonra çoğunlukla ev sahibinin imamlığında namaza durulurdu.  

Namaz faslı tamamlandı mı çorba servisine geçilirdi. Çorba konusunda çok fazla çeşit tercih edilmezdi; çünkü çorbaların şahı kabul edilen işkembe çorbası iftar sofrasının vazgeçilmeziydi.

Ramazanda işkembe çorbası içmek sanki bir sünnetmişcesine işkembecilerin önünde uzun kuyruklar oluşurdu. 

Çorba faslı tamamlandıktan hemen sonra bir gelenek olduğu üzere sofraya soğanlı yumurta getirilirdi.

Yumurtalar yendikten sonra ana yemeklerin servisi başlardı.
 


Ana yemek olarak çoğunlukla ızgara ve kebap çeşitleri tercih edilir, balık yemeklerine ramazan ayında iltifat edilmezdi.

Ana yemek faslından sonra ise tatlı olarak şerbetli tatlı yerine sütlü tatlılar tercih edilirdi.

Bu tatlılar arasında hazmetmesi kolay ve kişiyi yormadığı düşünülen güllaç en çok tercih edilen tatlıydı. 

Tüm bu fasıllar bittiğinde ev sahibi misafirlerine ‘diş kirası’ adıyla çeşitli ikramlarda bulunurdu.

Bu hediyeler çoğunlukla müşkül durumdaki kişileri kırmadan yardım etmenin naif bir yoluydu; fakat bir kişinin statüsünün yüksekliği aldığı diş kirasının bedelini yukarı çeken bir unsurdu.
 

diş kirası.jpg
Osmanlı'da iftar davetine gelen konuklara 'diş kirası' adıyla kese içerisinde para ve çeşitli hediyeler verilirdi


Yusuf Kamil Paşa, iftar sofrasının zenginliği ile bilinen bir devlet adamıydı.

Ünü öylesine yayılmıştı ki Sultan Abdülaziz, padişah âdeti olmadığı halde Kamil Paşa’nın sofrasına misafir olmuştu.

Paşa, Sultan Abdülaziz’e diş kirası olarak evini ve tüm mal varlığını bir gümüş tepside takdim etti. 

Neyse ki Sultan Abdülaziz bu kibar davranışı aynı naiflikle karşılayarak Paşa’nın tapularını kendisine iade etmişti:

Bunlar makbulüm oldu, yine sizlere veriyorum. Her hal ve hareketiniz hoşuma gitmektedir.


Ramazan eğlence ile özdeşleşmişti

meddah.jpg

Ramazan ayında iftar sonraları sayısız eğlence söz konusuydu.

Meddahlar, gölge oyunları ve çeşitli cambazlar iftar sonralarının vazgeçilmezleriydi.

Halk arasında ramazan eğlencelerinin en sevileni meddah gösterileriydi.

Ramazan ayının en sevilen eğlencelerinden olan meddahların bu oyunu, elinde baston ve mendille tek kişinin gösterisi şeklinde icra ediİirdi. 

Meşhur seyyahımız Evliya Çelebi, ramazan ayının vazgeçilmez eğlencesi olan Meddalharın bu gösterisini, Hazreti Peygamber zamanına kadar götürerek şunları kaydeder:

Pirleri Suheyb-i Rumi’dir. Hz. Muhammed’in meddahıymış. Bu kişi İslamiyet’ten Antrename okurmuş. Sonra Hamzaname’yi düzenlemişler. Hicret’in 261. yılında Eb-ül-Mea, bu esere parlaklık verip 60 cilt yapmış. Rum meddahları bu 60 cildi fihrist yaparak 360 cilt Hamzaname yapmışlar. Suheyb-i Rumi, Peygamber’in karşısında Uhud, Mekke, Bedr, Huneyn gazalarını okudukça, Hz. Muhammed ferahlar ve ona ihsanlarda bulunurmuş.

Meddahlar; Kürt, Laz, Çerkes, Acem, Frenk gibi çeşitli etnisitelerin taklidini yaparak hem Müslüman ahaliyi hem de gayrimüslim ahaliyi eğlendirirdi.

Meddah eğlencesinden sonra özellikle çocukların aklını başından alan eğlence “Hacivat ve Karagöz” gölge oyunlarıydı.
 

karagöz hacivat.jpg
Görsel: Pinterest


Hafız Mehmet Efendi bu eğlenceleri şöyle tasvir edecekti:

Özellikle iki tarafta olan işâre ve mahyaların süsleri, akılları zayi ederdi ve sepet ayağı denen mastabadan iki tarafta ipten ipe bağlanmış ta Piyalepaşa’ya varıncaya kadar kurulan çadırlara hadd-ü pâyân olmayıp, her birinin içinde çok sayıda raks oğlanları, kiminde gölge oyunu, kiminde hokkabaz, kiminde kuklacı, çoğunda davul ve zurna saz seslerinden o derenin içi felek tası gibi sabahlara dek inlerdi.

Ramazan ayındaki bu eğlencelerin çoğu ve birçok alışkanlık ki bunların içinde ramazan davulcusu, ramazan pidesi, Hacivat ve Karagöz gölge oyunları gibi bir takım gelenekler Osmanlı’dan günümüze kadar taşınmıştır.

Diş kirası gibi bazı adetler de terk edilmiş olunsa da ramazanın coşkusu Türk kültürü içerisinde her zaman özel bir yere sahip olmuştur.

Kovid-19’un gölgesinde mahzun bir ramazan idrak edilse de bu ay Türkler için sadece dini bir vecibe olarak görülmez.

Gelenekleri, eğlenceleri ve sofra kültürü ile ramazan ayı Osmanlı’da her yönüyle on bir ayın sultanı olarak yaşanırdı.

 

 

*Daha ayrıntılı bir okuma için;

  • Gül Bezci – Osmanlı Toplumunda Ramazan Kültürü
  • Mutlu Toparslan - XIX. Yüzyıl İstanbul Kültüründe Ramazan Eğlenceleri
  • Osmanlı İstanbul’unda Ramazan Kültürü ve Ramazan Sofraları

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU