Ev sinemasında bu hafta: Bir güven masalı; “Hadi Gidelim”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için yazdı

Tarihin pek çok dönemi, toplum içinde kabul gören kalıpları ve dominant ideolojileri yıkmak ya da onları sağlamlaştırmak isteyen kişilerin çabaları ve hikayeleriyle dolu.

Bu amaca hizmet maksadıyla subliminal mesajlarla üretilmiş eserlerin ve yapımların olduğunu söylemek de sanırım yanlış olmaz.

Nihayetinde her şey politiktir; hatta çocuklara yönelik üretilen çizgi filmler bile!

Eski masallardan tutun popüler kültürün kız çocuklarına sunduğu “ideal kadını” kendisine ait bir formata dönüştürme konusunda eşsiz bir başarıya sahip olan Disney’in filmografisine baktığımızda sahip oldukları öz güven ve güç konusunda kızları ve genç kadınları (en azından son zamanlarda) cesaretlendirmek isteyen yapımların ağırlıkta olduğu bir gerçekken, yakın zamanda piyasa sürülen Onward, bu misyonun tam aksine bu defa erkeklere benzer bir motivasyon sağlamayı amaçlıyor gibi görünüyor.

İki kardeşi kadrajına alan Onward, çözülmesi gereken bulmacalar, aranacak öğeler, kaçınılması gereken lanetler ve bir amaç uğruna çıkılan tehlikeli bir yolculukta yaşanacak deneyimler, tutkular, keşfedilecek, güçlenecek güvenler üzerine erkekler için üretilmiş bir macera masalı.


Bir güven masalı; “Hadi Gidelim”

Yönetmen: Dan Scanlon / Seslendirenler: Tom Holland, Chris Pratt, Julia Louis-Dreyfus, Octavia Spencer, Wilmer Valderrama, Kyle Bornheimer, Mel Rodriguez, Lena Waithe, Ali Wong, Grey Griffin, Tracey Ullman, George Psarras, John Ratzenberger / Süre: 114 dakika
 


Amerika genelindeki koronavirüs salgınından birkaç gün önce vizyona giren, ancak salgına yönelik alınan aksiyonlar kapsamında sinemaların kepenk indirmesiyle yaklaşık iki gün süren vizyon yolculuğuna son vermek durumunda kalan ve akabinde gösterimlerine dijital platformlarda devam etme kararı alan Onward, bu talihsiz süreç nedeniyle Pixar’ın gişede en düşük gişe hasılatı getiren filmi olarak kayıtlara geçmiş durumda.
 


Pandeminin bir sonucu olarak, Disney nihayetinde bu filmden zarar etmiş olsa da böylesi büyük film stüdyoları içinde benzeri görülmemiş bir hareketle Disney’in planlanandan çok daha önce filmi çevrimiçi platformlar üzerinden piyasaya sürmeye karar vermesi bu filmi kaçırmış olanlar için de bir sürpriz oldu tabii ki.
 


Bu, özellikle filmi vizyonda seyredemeyecek olan çocuklu aileler ve sosyal izolasyon nedeniyle evinden çıkamayan animasyon severler için, ev konforunda filmin keyfini çıkarmaları için de bir fırsattır.

Filmin çevrimiçi gösterimleri bir sinema salonunda izlemekle aynı deneyimi yaşatmayabilir ama yine de bunu göz ardı ederek seyredilmeye değerdir.
 


Sihirli bir dünya

Onward, seyircisini, bir zamanlar trolleri, cüceleri, tepegözleri, deniz kızları, havada uçan tekboynuzları, ejderhaları, efsane savaşçıları, onların büyülü silahları ve sihirbazlarıyla iç içe yaşayan, mucize ve maceralarla dolu fantastik bir dünya ile karşılar.
 


Görüldüğü üzere heyecan, mutluluk, birlik ve beraberliğin hüküm sürdüğü bu dünyada her şeyden önemlisi sihir de vardır.

Bu sihir her şeyde onlara yardımcı olup işlerini kolaylaştırıyorsa da ona sahip olmak öyle herkesin harcı da değildir.
 


Bu yüzden böylesi bir güce sahip olabilmenin daha kolay bir yolunu arayan içlerinden bazıları elektriği keşfedince artık devir değişir ve zamanla sihir de kaybolur.
 


Büyülü bir dünya modern dünyaya doğru evrimleştiğinde ne olur?

Devamında modern teknolojinin hâkim olduğu, gökyüzünde tek boynuzlu atlar yerine uçakların uçtuğu çağdaş Amerika’ya benzeyen bir yerde geçen film, kasabanın banliyösünde yaşayan Ian ile Barley adında iki erkek kardeş ile annelerini kadrajına alır.
 


Ancak kadraja giren bu modern yaşama uyum sağlamış görünen ailede, elf görünümleri dışında öyle destansı ve harikulade denebilecek o fantastik dünyaya ait tipik yetenekleri yoksa da bildiğimiz türden insanlar da değildir.
 


Teknoloji ve diğer modern şeyleri kullanarak hayatlarını bizimkiyle benzer şekilde yaşamaya başlayan elfler, genlerinde var olan sihir kullanma yeteneklerini tamamen unutmuşlardır.
 


Bu yeni dünyada çöp bidonlarını karıştıran tekboynuzlar, bir motor çetesi kurarak sürekli sorun çıkarmaya yeltenen periler, birer evcil hayvana dönüşmüş ejderhalar ve şehrin çeşitli yerlerinde çalışan, yaşayan diğer mitolojik varlıklar gibi geçmişten kalan miraslar vardır; ama yine de insanlığın kültürel geleneklerinin her geçen gün kaybolduğu günümüz dünyasında olduğu gibi artık binalarda yaşayan, araba ve cep telefonu kullanan tüm bu canlıların kültürel gelenekleri de bozulmuş gibidir.


Doğum günü hediyesi

Kardeşlerin ikisi de birbirinden çok farklı karakterlere sahiptir.

Sürekli enerji patlaması yaşıyor gibi görünen Barley, eski dünyaya dair ilgisi olan, bu dünyayla ilgili bilgi toplayan, heavy metal müzik dinlemeyi seven, dışa dönük ve gürültücü bir yapıdaysa da Ian, abisinin tam aksine; içe dönük, sakin ve hassas bir yapıya sahiptir.
 


Öyle ki, yeni yaşına girerken kendisine hedefler koyarak yapması gereken şeyleri listeleyen Ian, bu hedefleri gerçekleştirme yolunda kolayca pes ettiği gibi yaklaşmakta olan doğum günü partisine sınıf arkadaşlarını davet etmekten bile korkan tuhaf biridir.
 


Ian’ın bu hayatta istediği tek şey, o henüz doğmadan önce ölen babasıyla tanışabilmek ve kısacık bir an bile olsa onunla vakit geçirebilmektir.

Ian’ın kederli ve buruk geçen doğum gününde annesinin iki kardeşe de bir sürprizi vardır; babası ölümünden önce onlar için, kardeşlerin ikisi de on altı yaşına girdikten sonra kendilerine teslim edilmesini istediği bir hediye bırakmıştır.
 


Merhum babaları tarafından çocuklara miras bırakılan bu hediye bir sihirli asadır.

Bu asayla birlikte bırakılmış bir notta, eğer doğru bir şekilde kullanılır ve sihir yapılırsa babalarını bir günlüğüne hayata döndürebilecekleri bir büyü de yazılıdır.
 


Sadece bir gün de olsa babalarını geri getirebileceklerinden heyecan duyan, bu habere hem şaşıran hem de sevinen iki kardeş tam olarak ne yapacaklarını bilmeseler de eski dünyaya olan ilgisi nedeniyle sihirlere dair bilgisi olan Barley, vakit kaybetmeden büyüyü uygulamak ister.

Ama teorik olarak bildiği bu bilgileri pratikte gerçekleştirmeyi başaramaz.
 


Abisi bunu başaramayınca babasını geri getirebilmek için şansını denemek isteyen Ian, büyüyü yanlış uygulayınca sihrin çalışmasını sağlayan kristal parçalanır ve babasının sadece belden aşağısının hayata dönmesine neden olur.
 


Sihri tamamlayıp babasının diğer yarısını geri getirmek için henüz önlerinde yirmi dört saat vardır.

Ama sihri doğru uygulayabilmek için asaya yerleştirmeleri gereken bir başka sihirli kristali, gün bitmeden yeniden bulmak zorundalardır.

Ian, içine düştükleri bu durum karşısında bir çözüm göremese de eski dünyaya ait fantezi oyunlarına düşkün olan Barley, ihtiyaç duydukları bu yedek kristali nerede bulabileceklerini bildiğine inanır.
 


Ancak bu, iki kardeşin ve yarım bir bedenle ortada kalmış olan babalarının tehlikeli bir yolculuğa çıkmaları anlamına da gelmektedir.

Böylelikle babalarını geri getirebilmek için bir arayışa giren kardeşleri macera dolu bir yolculuk beklemektedir.


Kahramanların yolculuğu

Popüler yol filmlerinin dramatik yapısını takip eden Onward, filmin iki kahramanı olan Ian ve Barley’e bir misyon yüklüyor.

Böylelikle bu zamana kadar birlikte çok fazla vakit geçirmeyen kardeşler bu zorlu görevlerini tamamlamak ve zaman dolmadan önce babalarını geri getirmek için birlikte çalışmayı öğrenmeleri gerekiyor.

Bu, Ian için bir yeni yaş hikayesi; o, yeni yaşının arifesinde bu görevini tamamlarken her zamankinden daha cesur ve özgüvenli olması gerektiğini görüyor.
 


Ian’dan daha rahat ve vurdumduymaz görünen abisi Barley’in ise göründüğünden çok daha akıllı, duygusal yaraları olan ve kendi içine attığı dertleri kendi yöntemleriyle çözen biri olduğu ortaya çıkıyor.

Bu misyon çerçevesinde hem iradelerini hem de birbirlerine olan güven ve bağlarını test edecek olan kardeşlerin babalarının tamamen yeniden birleştirmelerine yardımcı olacak sihirli bir taş bulmaları ve hedeflerine ulaşıp bu görevlerini tamamlayıncaya kadar birbirlerinden ayrılmamaları gerekiyor.
 


Yönetmen koltuğunda oturan Dan Scanlon’un kendisi, erkek kardeşi ve babalarının ölümüyle nasıl başa çıktıklarıyla ilgili kendi yaşadıklarına dayanan filmin hikayesi her ne kadar duygusal yoğunluğunu hafifletmek amacıyla alternatif bir fantezi evreninde geçiyor olsa da yine de insani unsurlara ve duygulara odaklandığında büyük ölçüde bizim kendi dünyamıza doğru bir paralellik de gözden kaçmıyor.
 


Duygusal içeriği ve kahramanların gelişimi sayesinde oldukça etkili bir aile filmi olan Onward’ın temelini oluşturan; Ian’ın babasıyla birlikte bir dakika dahi olsa vakit geçirebilme arayışı, sevdiği birini kaybeden herkesin bam teline dokunacak gibi görünüyor.
 


Ancak tabii ki anlatılanların büyük bir kısmı kendi doğumundan önce ölen ve en azından kısa bir süre de olsa babasıyla bir şeyleri yaşamayı ümit eden bir çocuğun büyüme hikayesinde bir baba-oğul ilişkisine dayanıyor gibi görünüyorsa da sonrasında bunun daha çok kardeşler arasındaki dostluğun, sevginin ve bağın keşfedilmesi üzerine olduğu anlaşılıyor.
 


Doğal olarak, yolculuk hedeften çok daha önemli bir hale geliyor ve Ian, hiç sahip olmadığı babasına yıllarca özlem duymasına rağmen, gerçekten yanı başında olanların verdiği şeyleri kaçırdığını öğreniyor.
 


Ian, bu yolculuk sayesinde kendisine hedef koyduğu ve hep babasıyla bir aradayken yapmak istediği şeyleri en başından beri abisinin teşvik etmeleri sayesinde ve onunla birlikte gerçekleştirmiş olduğunu, babasına duyduğu özlem nedeniyle zaten sahip olduğu şeylere çok fazla dikkat etmediğini anlıyor.
 


Bir aile eğlencesi

Bir zamanlar olduğu gibi dünya üzerinde hala sihrin var olup olmadığını keşfe çıkan ve bu uğurda zamana karşı yarışan iki kardeşin hikayesini anlatan Pixar’ın yirmi ikinci uzun metrajlı filmi olan Onward, 1980 ve 1990’lı yılların popüler kültürüne nostaljik bir dönüş yapan ve her şeye rağmen Disney’in kaliteli animasyon filmleri trendini koruyan yapımlardan.
 


Her şeye rağmen diyorum çünkü, Pixar-Disney filmografisindeki Finding Nemo, Inside Out, Wall-E, Coco ve Toy Story gibi duygusal açıdan oldukça güçlü ve şimdiden modern zamanın klasikleri diyebileceğimiz yapımlarla çıtasını o kadar yükseltti ki Onward gibi gerçekten çok sevimli ve keyifli bir film çıkarmış olmalarına karşın diğer filmlerdeki katharsis duygusunu yaşatmada biraz sönük kaldığı için eksik bir şeyler kalmış gibi hissettiriyor.
 


Elbette her filmin bir Kayıp Balık Nemo, Ters Yüz veya Oyuncak Hikayesi olması da gerekmiyor.

Zaten bir film stüdyosunun her projesinde kendi başarısının üzerine çıkmasını beklemek sanırım biraz haksızlık ve acımasızlık olur.
 


Bu yüzden belki stüdyonun yüksek standartlarına uymayan bu filmde bir sürpriz yok, yenilik yok, kahkaha boyutunda güldüren çok fazla bir an yok; ama yine de her Pixar-Disney filminde olduğu gibi, ortada, aile ilişkilerine odaklanarak eski bir hikayeyi taze ve eğlenceli bir şekilde anlatmayı başaran, kabul edilebilir bir aile eğlencesi seviyesinde bir film var.
 


Filmdeki engeller doğru yerlerde devreye giriyor, bu yüzden hikayenin akışı ve ilerleyişi mükemmel işliyor.

Filmin geneline hâkim olan mavi renkli bir sis filme neredeyse doğaüstü bir tarz ve görünüm kazandırarak filme başka bir dünya havası katıyor.

Destekleyici yan karakterlerin tasarımı harika ve filmde kullanılan tonlar, gerginliği, zekayı ve duygusallığı dengeliyor.


Haftanın diğer filmleri

Extraction

Yönetmen: Sam Hargrave / Oyuncular: Chris Hemsworth, Rudhraksh Jaiswal, David Harbour, Pankaj Tripathi, Randeep Hooda, Golshifteh Farahani  Marc Donato, Fay Masterson, Derek Luke / Süre: 117 dakika
 


Amerikan yapımı bir aksiyon gerilim filmi olan Extraction, silah satıcıları ve kaçakçılarının hüküm sürdüğü bir dünyada, uyuşturucu baronları arasında geçen savaşta piyon olan genç bir çocuğun hikayesini konu ediyor.

Kaçırılıp, dünyanın en ücra şehrine gönderilen Hintli çocuğun iş adamı olan babası, oğlunu kurtarması için bir adam kiralar.

Tyler Rake adında paralı bir asker olan bu adamın dünyada kaybedecek hiçbir şeyi yoktur. Sorunlu bir adam olan Tyler, çocuğu kurtarmak için ölümü göze alıp tüm yeteneklerini ortaya koymak zorundadır.

Ancak Tyler’ın, bu görev için Bangladeş’e gönderildiğinde silah satıcılarının ve uyuşturucu kaçakçılarının karanlık yeraltı dünyasında hayatta kalmak için verdiği mücadele onun için de ruhsal bir yolculuk olacaktır.


Hermitage

Yönetmen: Axinya Gog / Süre: 437 dakika
 


Hermitage; telefonla film çekmeyi arşa çıkaran yönetmen Axinya Gog’un dünyaca ünlü eserleri ayağımıza getirdiği hayranlık uyandıran sıra dışı ve önemli bir yapım.

Elbette hepimiz akıllı telefonlarımızı video çekimleri için de kullanıyoruz; ancak bu biraz da beynimizin sadece yüzde onluk bir kısmını kullanıyoruz rivayeti gibidir.

Bizim günlük sıradan kullanımlarımızın aksine telefonla video çekme hevesini film çekme boyutuna taşıyarak elimizdeki imkanlarla neler yapılabileceğini göstermek isteyen yenilikçi yönetmenlerden biri olan 29 yaşındaki Axinya Gog, Hermitage adlı 5 saat, 19 dakika, 28 saniyelik kesintisiz tek plan ile çektiği filmi ile bu tarz yönetmenlerin çalışmalarının harmanlanmış hali olarak çıtayı daha da yükseğe taşıdığını söyleyebilirim.

Alexander Sokurov’un benzer içerik ve konseptteki, 99 dakikalık, 2002 yapımı Rus Hazine Sandığı (Russian Ark) adlı filminden bu yana tabiri caizse ona meydan okurcasına kesintisiz bir şekilde ilk defa bu kadar uzun süren bir çekimin sonunda dahi yüzde 19’luk bir telefon şarjı kaldığına dikkat çeken yönetmen sinemada artık teknik olarak yeni ve basit bir teknolojinin olabilirliğini de ortaya koyuyor gibi görünüyor.

Apple’ın sponsor olduğu bu projeyi gerçekleştirmek için seçilen Hermitage Müzesi dünyanın en büyük sanat galerilerinden birisine sahip olan Rusya’nın St. Petersburg kentindeki üç milyondan fazla eserin ev sahibi.

Müzenin ziyaretçilere kapalı olduğu iki gün içerisinde, ilk gün deneme çekimi yapılırken ikinci gün filmin tamamı çekilmiş. Sadece telefon kamerası ile yapılan film, telefonun hafif ve kompakt bir cihaz olması nedeniyle oldukça zahmetsiz bir şekilde tamamlanmış olsa da çekimleri sırasında doğal ışığa hiçbir şekilde müdahale edemedikleri için nihayetinde film ekibinin düşündüklerinden çok daha farklı bir şey ortaya çıkmış.

Bu video, benim için zaman içinde bağlantı kurmayı ifade ediyor: Ezeli ve ebedi sanat eserleri, modern yaşamla ve en yeni teknolojiyle bir araya geliyor. İzleyicilerin yoğun yaşantılarına bir mola vererek kendilerini meditasyon etkisi yaratan bu güzelliğe bırakacaklarını umuyorum.


Bu sözlerle eserini seyirciye ulaştıran genç yönetmenin boş bir müzenin hayatındaki bir gününü filme almak üzere koyulduğu bu yolculukta, Hermitage ana karakter olarak öne çıkıyor.

Tarihi 1852’ye uzanan yapı, Neva Nehri’nin kıyısında bulunan altı binadan oluşmakta.168 yıllık Hermitage binası, Çarlık Rusya döneminde Kış sarayı olarak kullanıldı.

İzleyicileri Rubens, Rembrandt, Tiziano Vecellio, Caravaggio, El Greco ve diğer sanatçılara ait yaklaşık altı yüz başyapıtı barındıran dünyanın en büyük müzelerinden birinin kırk beş salonunda gezmeyi vadeden yapım sanat severler için bulunmaz bir imkan sağlıyor.

Çekim koşulları nedeniyle doğal bir atmosferi de beraberinde getiren film orijinal müziklere, koreografili performanslara ve Rus neoklasik besteci Kirill Richter’in canlı performansına da yer veriyor.

Galerilerin ve ünlü sanat eserlerinin yanı sıra dans ve müzik performansları göstererek piyanist ve besteci Kirill Richter'den 30 dakikalık bir finalle sona eren film canlı performans sahneleriyle de seyirciye harika bir deneyim yaşatmayı taahhüt ediyor.

5 saatlik bir filmle evinizin konforunda St. Petersburg’un ünlü Hermitage Müzesi’ni gezmek, sosyal mesafenizi artırdığınız bu günler için mükemmel bir seçenek olsa gerek.

Filmi izlemek isteyenler için bağlantıyı da şuraya bırakmış olayım:
 


Ortak Eylem Aygıtı: Bir Etüt

Yönetmen: Selçuk Metin / Performans: İnci Eviner / Küratör: Fulya Erdemci / Süre: 54 dakika
 


Türkiye’nin en önemli sanatçılarından biri olarak kabul edilen ve eserleri Venedik’ten Sharjah’ya, Liverpool’dan Aichi’ye dünyanın önemli bienal ve trienallerinde sergilenmiş olan sanatçı ve akademisyen İnci Eviner’in, 2013’te İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Koç Holding sponsorluğunda düzenlenen 13. İstanbul Bienali için ürettiği Ortak Eylem Aygıtı: Bir Etüt çalışmasının belgesel filmi, sanatseverler ile ilk kez buluşuyor.

İnci Eviner’in içinde bulunduğumuz siyasal gerilimin hayatlarımızda yarattığı yıkımları ve kayıpları tespit etme isteği ve bir o kadar da kendi içinde hissettiği güçlü sorumluluk duygusuyla sanat, siyaset ve eğitimin birbiriyle ilişkisini sorguladığı bu belgesel çalışmasında, Eviner’in açık çağrıyla davet ettiği kırk öğrenci ve genç sanatçı, sergi süresince sanatın olanaklarıyla ütopik bir eğitim modelinin aktif parçaları olarak yer almışlar ve durmayan, sürekli işleyen bir “Ortak Eylem Aygıtı” üretmişlerdi.

Bu amaçla sanat eğitimi anlayışına farklı bir bakış getirmek; sanatın ve sanatın olanaklarının sorgulandığı, deneyimlendiği bir ortama dönüştürmek, bu dönüşüm potansiyelini toplumsal boyutta nasıl olanaklı kılacağımızı göstermek ve Türkiye'de özellikle sanat eğitiminin içine düştüğü çıkmazlara karşı bir öneri oluşturmak amacıyla sanatçının programını şekillendiren aşağıdaki sorulara verilecek cevaplar, öyle sanıyorum ki Kovid-19 salgını nedeniyle dünya genelinde uzaktan ve sanal eğitim modeline geçen tüm eğitimciler için de yeni bir çağda kaçınılmaz olan ihtiyaçlar için nasıl ilerlemeleri gerektiği yönünde bir ışık, kılavuz olacaktır.

  • 'İçinde yaşadığımız antagonizmaların çarpıştığı ve çakıştığı toplumsal çelişkileri görünür kılmak için yeni eğitim metotları geliştirilebilir mi?
     
  • Okul, toplumsallığın kurumlarından biri olarak özgür bir alana dönüştürülebilir mi?
     
  • Çağdaş sanatın ifade ve form olanakları eğitim metotlarına uygulanabilir mi?
     
  • Okul, ideolojik yönlendirmelerin, politikaların biçimlendirdiği eğitim kurumlarının dışında kendine bir hareket alanı bulabilir mi?
     
  • Kurumların kısıtlayıcı bürokratik yapılarını kırmak için sanatın dönüştürücü gücünü nasıl işler hale getirebiliriz?
     
  • Okul, özgür bireylerin toplumsal sorumluluk bilincini oluşturabilir mi?
     
  • En önemlisi, geleneksel eğitimin klişeleşmiş metotlarından uzakta, hazır tanımlarla yetinmeden, kolaycılığa ve sloganların tuzağına düşmeden, sanatı bir imkân olarak ele alıp atölye dinamizmi içinde asıl işlevini ona yeniden kazandıracak bir süreci nasıl başlatabiliriz?'

Bu sorular çerçevesinde performatif araştırmalardan oluşan Ortak Eylem Aygıtı: Bir Etüt çalışmasının ardından, çalışmanın dokümantasyonu niteliğinde, Selçuk Metin yönetmenliğinde çekilen film ile Elif Kamışlı editörlüğünde ve Esen Karol’un tasarımıyla bir kitap hazırlanmıştı.

Çalışmanın bu belgesel filminde bu eserden görüntüler, İnci Eviner’le ve çalışmaya katılan öğrencilerle yapılan röportajlardan kesitler yer alıyor.


Suyun Ölüm Tarihi

Yönetmen: Ali Ergül / Süre: 22 dakika
 


TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nin hazırladığı on beş günlük bir programla Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali kapsamında çeşitli zamanlarda gösterilmiş belgesel ve animasyonlar arasından seçilen ve Mimarist TV’de online olarak izleyiciyle buluşacak olan yapımlar arasında yer alan Suyun Ölüm Tarihi adlı belgesel Ilısu Barajı altında kalacak olanların peşine düşmeyi amaçlıyor.

Tarihi on iki bin yıl geriye giden Hasankeyf ve Dicle Vadisi’ni sular altında bırakacak HES projelerini ve Ilısu Barajı’nı konu edinen “Suyun Ölüm Tarihi”, 1950’li yıllardan beri Hasankeyf’i tehdit eden HES projelerine ve projelerin gerçekleşme durumunda yaşanacak yıkıma dikkat çekiyor.

Gazeteci, sosyolog Ali Ergül’ün yönetmen koltuğuna oturduğu Suyun Ölüm Tarihi belgeseli Nehir, Vadi ve Hasankeyf’i canlı varlık olarak tanımlayıp kaybolacak olanı göstermeyi amaçlıyor.


Toprağın Tuzu

Yönetmen: Wim Wenders, Juliano Ribeiro Salgado / Süre: 110 dakika
 


Çevrimiçi programlarını her hafta güncellemeye devam eden SALT, bu hafta yönetmenliğini Wim Wenders ile Ribeiro Salgado’nun yaptığı, usta fotoğrafçı Sebastião Salgado’nun hikayesini anlatan The Salt of the Earth adlı belgeselini gösterime sunuyor.

Yakın tarihimizin bazı büyük olaylarına, uluslararası çatışmalara, kıtlık ve toplu göçlere tanıklık etmiş olan belgesel fotoğrafçı Sebastião Salgado bu kez, modern uygarlık tarafından zarar görmemiş görkemli toprakları keşfe çıkıyor.

Salgado’nun keşif yolculuklarına katılan fotoğrafçı oğlu Juliano Ribeiro Salgado ile Wim Wenders’in yönetmenliğini yaptığı 2014 yapımı film, gezegenin güzelliğine adanmış bu kapsamlı fotoğraf projesine odaklanıyor.

Ayrıca, Salgado’nun hayatı, 40 yıllık üretimi, oğluyla olan ilişkisi ve aile hayatından kesitler aktarıyor.
SALT’ın 50. Dünya Günü kapsamında çevrimiçi programına aldığı bu belgeseli Vimeo kanalı aracılığıyla saltonline.org üzerinden 10 Mayıs’a kadar Türkçe altyazılı olarak izlemeniz mümkün.


Willoughby Ailesi

Yönetmen: Kris Pearn, Cory Evans, Rob Lodermeier / Seslendirenler: Will Forte, Maya Rudolph, Terry Crews, Ricky Gervais, Martin Short, Jane Krakowski, Alessia Cara, Seán Cullen / Süre: 92 dakika
 


Dünyada kendine saygın bir edebiyatçı olarak yer edinmiş Amerikalı bir yazar olan Lois Lowry’nin aynı adlı ödüllü kitabından uyarlanan The Willoughbys, umarsız ve kendilerinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen bir anneyle babanın ve dört çocuklarının hikâyesinde bencil ebeveynlere sahip dört kardeşin onlarsız daha iyi bir yaşam süreceklerine olan inançlarıyla kendi başlarının çaresine bakma maceralarını anlatır.

Çocuklarından kurtulmak isteyen Bay ve Bayan Willoughby’nin son derece hain planları vardır!

Ama hiç merak etmeyin bu minik afacanlar da boş değildir ve işler hiç de bu kötü anne babanın tahmin ettiği gibi gitmeyecektir.


Yaşar Kemal Efsanesi

Yönetmen: Aydın Orak / Katkıda Bulunanlar: Halil Ergün, Arif Keskiner, Zülfü Livaneli / Süre: 114 dakika
 


Kısa bir süre önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı’nın koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle, “Sen Evde Kal Biz Sana Geliriz” sloganıyla başlattığı kültür ve sanat etkinlikleri kapsamında yaptıkları özel bir gösterimle online olarak sanatseverlerle buluşan Yaşar Kemal Efsanesi şimdi Türkiye’nin internet televizyonu BluTV’de.

İlk gösterimi 24. Uluslararası Adana Film Festivali kapsamında yapılan belgesel dünyaca ünlü yazar Yaşar Kemal’in doğumundan ölümüne tüm hayatı, kendi ağzından ve hayatına yakın tanıklık etmiş dostlarının anlatımıyla aktarılıyor.

Efsane yazarın hayatının dönüm noktaları destansı bir anlatım biçimiyle sergileniyor ve dostlarının anlatımıyla usta yazar hakkında bilinmeyen birçok şey gün yüzüne çıkıyor.

Yaşar Kemal’in daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış arşiv görüntülerinden, yüzlerce saatlik kaynaklardan derlenmiş ses kayıtlarından ve binlerce sayfalık dokümandan oluşturulan belgesel; dev bir çınarın mücadelesi, edebiyatı, hayatı ve yüzyıla damgasını vuran olayları gözler önüne seriyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU