Psikolojik korona veya koronavirüs psikolojisi eşittir Hobbes tuzağı (2)

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

Salgının yol açtığı ruhsal/psikolojik sorunlara dair yazımızın ilk bölümünde bir izah yaptık; zihinsel rahatsızlığın bedensel olana denk olduğu söylenebilir.

Bu hastalık kişiyi, zihinsel ve bedensel olarak kemiriyor. psikolojik koronavirüs, tıpkı bedensel virüsün etkileri gibi kişiden kişiye göre değişse bile, tedavisi hem tek tek bireylerin gayretiyle hem de toplumsal grupların ortak uğraşlarıyla (aile, mahalle, semt, belde, kasaba, şehir, metropol) yapılabilir.

Ülkelerin küresel ölçekte dayanışması ve işbirliği sayesinde psikolojik korona ile baş edilebilir.

Çünkü psikolojik virüs, sosyal bir varlık olan insanı adeta topluluktan tecrit eden bir kafese tıkmıştır.

Şu anda bizler, aç kurtların sürüden ayırdıkları koyunu veya irili ufaklı av hayvanlarını kolayca parçalamalarına benzer bir durumla karşı karşıyayız. Çözüm de buna uygun olmalıdır.

Yazımızın ikinci bölümüne kurt misaliyle devam edelim:

Olay, 1957 Rus yapımı “İbni Sina” isimli filimde geçiyor. İbni Sina, aynı cinsten, yaştan ve kilodan iki kuzuyu alıp aynı mekandaki iki kafese koymuş, aynı yemle beslemiştir.

Yani kuzuların şartları eşittir. Ancak, kuzulardan sadece biri, yine aynı mekanda kafese kapatılmış bir kurdu görmektedir.

Aylar sonra kurdu görmekte olan kuzunun giderek zayıf düştüğü, en sonunda kendiliğinden öldüğü görülüyor. Kurdu görmeyen kuzu ise huzurlu ve dipdiri kalmıştır.

Aslında kurt, ölen kuzuya hiçbir şey yapmamıştır. Bütün yaptığı şey şudur: Kuzuyu nasıl kaparım güdüsüyle kafesinde sürekli hareket etmiştir.

Onu izleyen kuzu da yine kendi kafesinde içgüdüsel biçimde alarm halindedir; huzursuz ve tedirgindir, beslense de giderek zayıf düşmektedir. 

Çıkarsama: İbni Sina’ya göre gerekli veya gereksiz korku, endişe, kaygı, tedirginlik, stres ve panik, insan bünyesine zarar verip bedeni içten ve dıştan kemirmektedir.
 

Endonezya'daki bir köyde insanların sokaklara çıkmasını önlemek için hayalet kılığında gönüllüler  insanlaroturtuluyar belli alanlara. Foto-Reuters.png
Endonezya'daki bir köyde insanların sokaklara çıkmasını önlemek için hayalet kılığında gönüllüler insanlaroturtuluyar belli alanlara / Fotoğraf: Reuters


Kısacası, zihinsel ve ruhsal bozukluk, bedensel rahatsızlıklar kadar önemlidir. 

Panama’daki bazı polis ekipleri, bugünlerde evlere kapanan insanların moralini düzeltmek amacıyla güzel sesleriyle şarkılar söyleyerek devriye geziyorlarmış.

Bir emniyet yetkilisi şöyle demiş:

Şarkı söyleyerek insanların moralini düzeltmeyi, bir parça umut vermeyi amaçlıyoruz.


Cezayirli Amazagi yerlilerinin yoğun olarak yaşadıkları Gardaye bölgesinde aşiret töresi geçerlidir.

Cezayir yönetimi, yöre ahalisini evde kalmaya ikna edebilmek için aşiret toplumunun seçip benimsediği Akil Adamlar Kurulu (El Ezabe) üyelerini devreye sokmuş.

Çünkü bu Kurul’un aldığı hiçbir karara karşı çıkılamıyormuş. (Independent Arabia, في مناطق القبائل بالجزائر... سلطات عرفية تواجه كورونا, 13 Nisan 2020)

Tehlike karşısında kolektif tepkinin diğer adı kitle sosyolojisidir.

Bazen galeyan, kalkışma, sosyal devrim şeklinde, bazen de stadyum seyircisinin ortak coşkusu/öfkesi yahut sosyal medya aracılığıyla kendini gösterir. 

Sosyal psikoloji ve kitle sosyolojisi örneklerini, ünlü Fransız sosyolog (toplumbilimci) Claudine Herzlich’in (d.1932)  çalışmalarında görüyoruz.

Kendisi, AIDS konusundaki ufuk açan fikirleri sonucunda bu hastalıkla mücadele amacıyla ülkesinde kurulan Conseil National du SIDA başkanlığına getirilmiştir. (Bkz. Wikipedia Fransızca, “Claudine Herzlich” maddesi) 
 

Claudine Herzlich'in sosyal bilim-hastalık ilişkisi konulu kitabı_.jpg
Claudine Herzlich'in sosyal bilim-hastalık ilişkisi konulu kitabı


Sağlık sosyolojisiyle yakından ilgilenen ilk Fransız kadın toplumbilimcisi olması, Herzlich’e haklı bir ün kazandırmıştır.

Ona göre hastalık, toplumsal bir maraz ve fenomendir. Hastalığın niteliği, doğası ve yayılışı bir toplumdan diğerine, zamanın sosyal/sınıfsal ortamına ve bir çağdan ötekine göre değişiklik göstermektedir.

Verem, tifo, vefa, kolera gibi salgın hastalıklar Avrupalı insanın ilk korkulu rüyası sayılıyordu. Onların sona ermesiyle korku, endişe ve panik bitti.

Bu kez yerine kalp, mide rahatsızlıkları ile kanser ve AIDS gibi hastalıklar dehşet saçmaya başladı.

Artık ilaçları bulunan ve tedavisi yapılan hastalıklardan pek korkulmuyor. Avrupalılar böyleyken Üçüncü Dünya ülkelerinde, bu ölümcül hastalıklar hâlâ paniğe yol açabiliyor.
 

Fransız sosyolog Claudine Herzlich.jpg
Fransız sosyolog Claudine Herzlich​​​​​​​


Herzlich, hastalığın sosyal ve sembolik boyutunu irdeleyerek bunun birey ve toplumların konumunu sosyal psikoloji ve antropoloji düzleminde ele alıyor.

Ona göre; sadece bedenimizde görülen semptomlar/arazlar nedeniyle doktor muayenehanesine ve hastaneye gitmiyoruz.

Bizi sağlık mekânlarına yönlendiren ana motivasyon, bireysel yaşamımızı tehdit edip değişmesine yol açan “trajik olgu”yla bağlantılı hastalığımız olmaktadır. (كلودين هيرزليتش والتمثل الاجتماعي للصحة; claudine,  santé et maladie analyse d'une représentation sociale, EHES).

Claudine’in izinden giderek benzer konuları işleyen Cezayirli kadın sosyolog Belaliye Abdulkadir’in, üniversitesi adına gerçekleştirdiği alan çalışmasının sonuçlarını derleyen Arapça master tezine ulaştım.

Kendisi hastalık denen olguyu biyolojik, sosyal, sosyo-psikolojik, sosyokültürel ve antropolojik düzlemde ele alıyor. 

Lübnan Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü görevlisi Dr. Muhammed Muhsin’in, “Düşman Koronaya Karşı Psikolojik Savaşın Ötesi” başlıklı bir makalesini okudum.

Muhsin, yüzyıllardan beri görülen öldürücü salgın hastalıkları, yine antik dönemden bu yana devletler arası savaşlarla eş tutuyor.

Özetle şöyle yazmış:

Bu bağlamda Kovid-19 saldırısını hem askeri hem de psikolojik yönüyle ele alarak ona karşı mücadele, askeri ve psikolojik düzlemde planlanmalıdır. Özellikle sosyo-psikolojik sonuçlarının birey ve toplum üzerinde yarattığı olumsuz etkiler, azami ölçüde ciddiye alınmalıdır.

‘Sosyal mesafe’ kavramı, insanların zihninde ve ruhunda çiviliymiş gibi kalacak; sosyal ilişkileri uzun süre etkileyecektir. Salgın esnasında ve sonrasında kişilerde görülecek olan zihinsel bozuklukların, kısaca toplumsal travmaların tedavi edilebilmesi için devlet yetkilileriyle ilgililer, adeta savaştaymış gibi hareket etmeliler: Her bakımdan hazırlık yapmalı, elzem olan her şeyi temin ve tedarik etmeliler.

Uzun vadeli bir mücadele için geniş çaplı lojistik yığınak ve tahkimatı (maddi ve manevi, personel, teknik, tıbbi, altyapı ve üstyapı olanakları vs) yapmalılar. Çünkü ilk travmadan sonra toplumsal acının şiddeti, daha yaygın ve şiddetli olacaktır.

İkinci Dünya Savaşı ile Amerika-Vietnam savaşının yol açtığı şiddet, öldürme, tahrip etme motivasyonu, çatışmaların bitmesinden sonra da iktidarların karşısına büyük bir toplumsal travma olarak çıktı. Hazırlıklı olan devletler, bu kez öldürmeye, yıkmaya ve yakmaya güdülenmiş askerlerin zihinsel ve ruhsal tedavisi (mesela şiddet kullanma ve yıkma takıntısından kurtulmaları) için on binlerce uzman personeli seferber ettiler.

(Lübnan merkezli El Ahbar gazetesi,
 1 Nisan 2020, ما بعد الحرب النفسية للعدوّ «كورونا)


Günümüzde bu tür belirtilere, arazlara Korona Psikolojisi veya Psikolojik Korona denilebilir.

Tedirginlik ve panik halindeki kitleler, zaman zaman “gökkuşağı” altından geçerek bu musibetlerden kurtulmayı hayal etmekteler.

Öylesine ki: Okuduğum kadarıyla Papa, Roma’nın boş sokaklarında dua ederek dolaşıyormuş.

Trump’a verdikleri destekle nam salan ABD’deki bazı bağnaz Hıristiyan Evanjelist inanç önderleri ise, virüsü defetmek maksadıyla 30 Mart’ta toplu ayin yapmışlar; önde gelenlerinden biri de televizyon kanalında şöyle buyurmuş:

Seni, Tanrı adına yargılayarak hakkındaki hükmü icra ediyorum Kovid-19… Sana emrediyorum Şeytan, bu virüsü yok et!


Şeytan kovma veya çıkarma seansına çok benzer bir durum bu. Belki de bu nedenle ama daha çok Trump’ın koronavirüs salgını karşısında resmen serseme dönmesinden ötürü, “Salgın” filminin senaristi Amerikalı Scott Z. Burns, 4 Nisan’da yayımlanan demecinde şöyle dedi:

Üç ayda dünyanın en zengin ülkesinin, dünyanın en hasta ülkesi olacağını tahmin edemezdim.


Kendi topraklarımıza gelirsek: Osmanlı devrinde eşkıya kovalamakla görevli zabit ve askerlerin dillerinden düşmeyen söylem şuymuş:

Dağlara korku salarsak, bir daha oralarda eşkıya barınamaz.


“Korku, dağları bekler” özdeyişi de buradan türemiş olmalı. Buradaki anahtar kelime “korku”dur.

Milliyet’ten Ceyda Ulukaya ise, Ruh Doktoru Alper Hasanoğlu’nun şu sözünü öne çıkarıyor:

Zor günlerden geçiyoruz ama içimizdeki korkudan daha büyük tehlike yok!

(Hıncal Uluç, Sabah gazetesi, 9 Nisan 2020)


Niğde’nin Ulukışla Belediye Başkanı Ali Uğurlu, belediye binasının önünde tütsü yaktırma nedenini şöyle açıklıyor:

Bu tütsü, koronavirüsü Ulukışla’dan def edecek. Sevgili hemşerilerim Koronavirüs belasından kurtulmak istiyorsak bizim Ulukışla Belediyesi olarak önerimiz, ‘üzerlik’ olarak bildiğimiz tütsünün herkesin evinde tütmesi. Bizim yöresel inançlarımıza göre bu ‘üzerlik’ Koronavirüsü def edilecektir. Herkesi tütsü yakmaya davet ediyoruz.

(sondakika.com sitesi, 6 Nisan 2020)


Her akşam cami hoparlörlerinden halka dinletilen sela ve dualar da bu kapsamda görülebilir. 

Dünyaca ünlü Gallup Organization isimli kamuoyu araştırma kuruluşunun bir anketine göre, 11 Eylül 2001’de Amerika’daki ikiz kulelerin vurulmasından önce insanların yüzde 40’ı dinin toplumsal yaşamda önemli olduğunu düşünürken; o feci olaydan sonra, dinin önemine inananların oranı, yüzde 70’e yükselmişti. 

Vuhan’daki salgın sırasında Çinlilerin yüzde 80’i atadan kalma geleneksel şifa yöntemlerine başvurmuşlar. Kocakarı ilaçları da bunlara dâhilmiş.

Hindistan’da ise teberik yani şifa niyetine kutsal “inek sidiği” içilmiş. 

Bu sıralarda dünyadaki tüm sağlık personelinin fedakarca çalışmalarının yanı sıra bilimsel laboratuarlarda bu salgınla ilgili yapılan aralıksız araştırma ve deneyler, ister istemez bilim adamlarının rolünü ön plana çıkardı.

“Bilim mi, din mi?” sorusunun cevabı sosyal medyada tartışılıyor.

T.C. Sağlık Bakanlığı, Kovid-19 salgınıyla mücadele kapsamında sadece uzman doktorlardan oluşan Bilim Kurulu’nun yanı sıra psikolog, toplum bilimci, istatistikçi, din sosyoloji ve psikolojisi uzmanlarının da yer alacağı “Toplum Bilim Kurulu” adlı ikinci bir kurul daha oluşturdu.

Independent Türkçe’de yayımlanan 12 Nisan tarihli makalemizde, Ortaçağ’dan günümüze, öldürücü salgınların edebiyat ve sanata yansımalarını ele aldık.

Günümüzde korona salgınına dair dolaylı bir film yapımının dışında ciddi bir edebi ürün görünmese de, birçok edebiyatçı, şair, sanatçı, basın mensubu, oyun yazarı evdeki tecrit günlerini yazıyorlarmış.

Bu yöndeki haberler basına yansımaya başladı.

Faslı romancı Leila Slimani (Leyla Suleymani), ünlü Le Monde gazetesinde koronavirüs konulu bir yazı yazınca, Fransa ve Fas’ta yaşayan Arap okurları tarafından topa tutuldu ve şöyle denildi:

Burjuva yazarı Slimani’nin günlükleri, onun sınıfsal çılgınlığını gösteriyor. Binlerce insan salgından, açlıktan ve yoksulluktan ölürken, hanımefendi kilitlendiği kafesteki izlenimlerini, ruh halini anlatmışmış... Milletin derdine, Hanım Ağa’nın keyfine bak!


Başka bir izleyicisinin eleştirisi daha ironikti:

Dünya yıkılıp giderken bizim Prenses, (Le Monde gazetesinin kendisine ödül olarak sunduğu) tacını başına koyuvermiş!

(Independent Arabia, 12 Nisan;
وصمة "الطبقية" تلاحق الكاتبة ليلى سليماني في زمن الكورونا)


Salgın hastalık, korku ve paniğe yol açarken, zaten vahşi kapitalizmin yan ürünü sayılan egoizm, benmerkezcilik, nefret, ayrımcılık, ırkçılık da sokağa taşıyor. 

…Sanki insanlık, damgalama ve zorbalıktan’ yeterince muzdarip değilmiş gibi Koronavirüs, bazılarına ayrımcılık ve zorbalık için gerekçe verdi…

ABD’deki Asyalılar, yeni bir ayrımcılığa, nefrete ve aşağılamaya maruz kalıyor…

Kenyalılar, ‘yarasa katilleri’ olarak tanımladıkları Çinlilere saldırmakla suçlanıyorlar.

İngiliz öğrenciler, Asya kökenli arkadaşlarını gerçek yaşamda ve sanal dünyada ‘Çinli virüsler’ olarak niteliyor.

Donald Trump, Kovid-19 hastalığını, ‘Çin Virüsü’ ismiyle anıyor.

Kuveytli bir sanatçı,  ülkesindeki yabancı işçilerin tedavi edilmeden yurtdışına çıkarılmalarını talep ediyor. Avustralyalı aileler, Asya kökenli vatandaşları tarafından tedavi edilmeye karşı çıkıyorlar.

Çek devleti, Çin’den İtalya’ya giden tıbbi malzemelere el koyarak kendi vatandaşları için kullanmaya çalışıyor. İtalya’da, koronavirüs salgınının Afrikalı mülteciler yüzünden büyüdüğü iddia ediliyor.

Güçlülerin hayatta kalması için zayıfların feda edilmesi yaklaşımı sergileyen İngiltere Muhafazakâr Partisi hükümetine karşı twitter torygenocide (Muhafazakâr Parti’den soykırım) şiarıyla suçlama kampanyası açılıyor.

(Emine Hayri, “Koronavirüs  insanların kötü yönlerini ortaya çıkardı:
Zorbalık, hırsızlık ve ırkçılık”, Şarku’l Avsat Türkçe, 7 Nisan 2020)


Bu tür krizlerin gerisinde derin ekonomik, siyasal, toplumsal sebepler olduğuna ilişkin bir analizi, Sloven filozof, sosyolog ve hukuk teorisyeni Renata Salecl’in 2004’te yazılmış Kaygı Üzerine isimli kitabından okuyoruz:  

Birinci Dünya Savaşı’ndaki ‘askeri kriz’ daha sonra yerini ekonomik ve ‘zihinsel’ krize bırakmış ve bu da toplumsal kaygıyı beslemişti… Âdemoğlu handiyse yapayalnız kalmıştı, zira Tanrı’ya olan inancını kaybetmişti.

Gelgelelim bilime, ilerlemeye ve akla inancın kaybolması da bir o kadar önemli olmuştu. Avrupa’nın da ölümü gibiydi bu. Ne var ki kaygı zamanları Avrupa’da yeni totaliter liderlere yer açtı.

İtalyan faşizmi ve Almanya’da Hitler’in iktidara gelişi, kaygı çağına çözüm bulma girişimleriydi. Öte yandan uyguladıkları politikalar ikinci kaygı çağının doğmasına katkıda bulunmuştu.

Nitekim İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, bir kez daha, bilhassa Yahudi Soykırımı ve Hiroşima deneyimiyle yoğunlaşan bir kaygı çağına girilmişti. Bir kez daha, görülmedik gaddarlıkta bir şiddete yol açan kitle imha silahları, savaş bittikten sonra ortaya çıkan kaygı duygusunu tırmandırmıştı.

(…) Tabii ki en son kaygı çağı, 1990’larda en zalim şiddet biçimlerine tanıklık etmiş olmamızla ve son birkaç yıldır yirminci yüzyılın yeni savaşları ve şerleriyle -terörist saldırı ve ölümcül virüs kullanımı tehdidiyle- meşgul oluşumuzla ilgilidir…

(Akt. İrfan Aktan, “Virüs, kapitalizm, faşizm-2”,
Gazete Duvar, 1 Nisan 2020)

 

Gürcistan'da bir hastane duvarında ölüm ve yaşam mücadelesi rölyefi-.jpg
Gürcistan'da bir hastane duvarında ölüm ve yaşam mücadelesi rölyefi


Mahir Konuk, yukarıda anılan makalesinde salgın münasebetiyle şöyle bir saptama yapmış:

Liberal faşist iktidarların Kovid-19 virüsünün enstrüman haline getirilmesinde uyguladığı manipülasyon, ‘medikal’ tabiatlı bir mesafe alışla, toplumsal tabiatlı mesafe alışı birbirlerine karıştırmakta, sistem yararına olacak şekilde sınıfsal mesafeyi güçlendirmektedir. Liberal faşist iktidarların bu çabası ‘anti-toplum’ ve ‘sosyalleşme karşıtı’ bir duruşu temsil etmektedir ve kapitalizmin günümüzde aldığı biçime uygundur.


Peki, “Psikolojik Korona”dan kurtulmanın bir yolu var mıdır? 

Yukarıda alıntı yaptığımız şairin birkaç mısrası, umut yolunu gösteriyor gibidir:

6 yaşında bir kız
Soruyor annesine bu küçük baloncuk virüs
Küçükmüş benim gibi
Yener mi beni yoksa ben mi kazanırım savaşı
Annesi, evet dedi
Sen yeneceksin hem virüsü
Hem bencilliği.


Suriye’nin kuzeyindeki Kürt yoğun şehri Kamışlı’da yaşayan Rojavalı film yönetmeni Şero Hinde anlatıyor:

…O yüzden çok iyi anlaşıldı ki yaşam birbirine çok bağlıdır. Annem, yaşlı bir kadın. Her sabah uyandığında hangi ülkede hastalık ne durumda diye gidip kız kardeşime soruyor. Hatta annem, bazen Amerika haberlerini, Çin’i takip ediyor… Bütün dünyanın ortak hastalığı oldu bu ve herkese ulaştı. Ortak bir acıya dönüştü… Çabalamalı ve bütün dünyayı bu hastalıktan kurtarmalıyız.

(Metin Yeğin, Korona günlerinde dünyanın sokakları: Rojava,
15 Nisan 2020, Gazete Duvar)


Büyükler ile çocukların bu salgının yol açacağı zihinsel rahatsızlıklarla nasıl baş edeceklerine dair ulaşabildiğim kaynaklar şunlar olabilir:

Dünya Sağlık Örgütü, Türk Psikologlar Derneği, Türk Tabipler Birliği ve Tabip Odalarının oldukça faydalı dokümanları var.

Kısa Dalga radyosundan Nazan Özcan’ın salgın günlerinde yaşanan korku, endişe ve çaresizlik hisleri karşısında ruh sağlığımızı nasıl koruyacağımıza dair Psikiyatr Prof. Dr. Sibel Çakır ve Psikolog İbrahim Eke ile söyleşisi 4 Nisan 2020 tarihinde Diken haber sitesinde yayımlandı.

Uzman Psikolojik Danışman Özgür Yıldız'ın koronavirüse yönelik açıklamaları, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, “İzolasyon Psikolojisi”, turkpdrderneği, 27 Mart 2020 tarihli site yayınında görülebilir.
 

temizlik takıntısı ve Saplantı Zorlantı Bozukluğu-OKB tasviri.jpg
temizlik takıntısı ve Saplantı Zorlantı Bozukluğu-OKB tasviri / Görsel: NBC


Medicana Samsun Hastanesinden Uzman Klinik Psikolog Dila Soğancı’nın “korku bulaşıcıdır” ifadesiyle başlayıp, hastalık hastası (hipokondriazis) veya obsesif kompülsif bozukluk tanısı alan bireylerin Kovid-19 karşısındaki zayıf konumlarını tıbbi açıdan izah edip çözüm öneren görüşünün okunmasında da yarar görüyoruz. 

Koronavirüs fobisinden kurtulmak için tıbbi/medikal tedavi yöntemlerine gelince…

Bu konuda çok sayıda medikal belge var. Hepsinden tek tek alıntı yapmak yerine kaynak göstermekle yetinerek yazıyı sonlandıralım:

A nationwide survey of psychological distress among Chinese people in the KOVİD-19 epidemic: implications and policy recommendations, General Psychiatry. 2020; 33(2): e100213; American Psychological Association (APA), COVID Information and Resources; Mental Health Strategies to Combat the Psychological Impact of KOVİD-19 Beyond Paranoia and Panic, Ann-Acad-Med-Singapore.pdf; Coronavirus Disease (KOVİD-19): Psychological, Behavioral, Interpersonal Effects, and Clinical Implications for Health Systems; The Lancet Psychiatry, Psychological interventions for people affected by the KOVİD-19 epidemic.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU