İran’ın ‘Amerikasız’ bir dünyaya ihtiyacı var

Kırk bir yıldır ‘Amerikanın sonu’ efsanesi İranlılara hiçbir fayda sağlamış değildir, belki ‘Amerikasız günü’ bir fayda sağlar

İran'da, ABD'nin Tahran Büyükelçiliği işgalinin 39'uncu yılı nedeniyle olayın gerçekleştiği eski elçilik binası önünde ABD karşıtı gösteri düzenlenmişti / Fotoğraf: AA (Arşiv)

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), ‘küresel süper güç’ konumunu kaybetmenin eşiğinde duruyor.

Daha da kötüsü, Birleşik Devletlerin bölünebileceğine dair işaretlerin olması, en kalabalık eyaleti California ayrılma eğilimi gösteriyor.

Afro-Amerikan azınlık Mississippi’de bağımsız bir devlet kurma hayali kuruyor. Kesin olan bir şey varsa o da; ABD’nin, 2025’e kadar dünyanın en büyük ekonomik gücü unvanını kaybedeceğidir.

‘Yüce Mürşid’ Ayetullah Ali Hamaney’in hayali düşüncelerini yansıttığı tahmin edilen Keyhan gazetesinin, ‘Büyük Şeytan Amerika’ya’ dair çizdiği resim bu şekilde.

Bu hafta sona ermeden Keyhan gazetesi, ‘Amerika’nın yakın çöküşü’ ifadesini manşetine taşımıştı.

İnsan, ‘Büyük Şeytan’a’ dair bu analizini güvenilir kaynaklara dayandırdığını iddia eden Keyhan gazetesinin, kaynaklarını merak edemeden duramıyor.

Analiz içindeki başlıklardan biri; Richard Haas’ın "Korona salgını ABD’nin çöküşünü hızlandırdı" ifadesiydi.

Richard meraklı İranlı okuyuculara, Uluslararası İlişkiler Konseyi Başkanı olarak sunuluyor.

Bir diğer ara başlık;

ABD ekonomisi felç oldu, 50 Amerikan eyaletinin tümü ulusal bir felaketin pençesinde.


Haberde ABD’nin ‘musalla taşında olduğu’; ancak hayranlarının hala bunu kabullenmek istemediği vurgulanıyor.

Keyhan editörleri bu içeriği desteklemek için, Amerikalı tanınmış uzmanlar olarak nitelediği kişilerin görüşlerini aktarıyor.

Bu uzmanlar arasında Noam Chomsky, Ferid Zekeriya, Barbara Slavin, Louis Farrakhan, Bernie Sanders ve Emmanuel Willerstein yer alıyor.

Bu kişilerin kimliğini merak edecek İranlı vatandaşlara ise herhangi bir bilgi sunulmuyor.

Amerika'ya olan bu özel ilgi, 1979'daki devrimden bu yana ülkeye hâkim olan ‘Humeynist zihniyetin’ temel bir özelliğini oluşturuyor.

1980'lerde Ayetullah Humeyni'nin biyografisi üzerinde çalışırken, konuşmalarının yüzde 60'ından fazlasında, ABD’ye en az bir defa saldırdığını fark ettim.

Doğrusu Humeyni’nin halefi Hamaney üzerinde benzer bir inceleme yapmış değilim, ancak Hamaney’in de ABD’ye saldıran aynı çizgiyi sürdürdüğüne eminim.

Özellikle son dört ya da beş yılda yaptığı her konuşmada ABD’ye en az bir dokundurma vardır.

Gerçek şu ki, ABD’ye yönelik nefret yeni bir şey değildir, neredeyse ABD’nin doğumuyla yaşıttır.

19'ncu yüzyılda, özellikle İngiltere ve Fransa'daki bazı Avrupalı ​​düşünürler, Amerika Birleşik Devletleri'ni, doğal olduğunu varsaydıkları dünya düzenine bir meydan okuma olarak gördüler.

Yükselen bu yeni gücün geçici olduğunu ve yakın zamanda tarihe karışacağını varsaydılar.

İngilizce ve Fransızca olarak Amerikan karşıtı literatürü incelediğinizde tuhaf şeylerle karşılaşırsınız.

Bazıları, ‘yeni dünyada’ insanların ve hayvanların daha küçük boyutlarda olduğunu ileri sürmekteydi.

Bazıları Amerikan hükümet sisteminin, ‘kanunlarla sınırlandırılmış kaosa’ dayandığını öne sürüyor ve kaçınılmaz olarak kısa ömürlü olacağını öngörüyordu.

Amerika'nın modern karakterinin, Joseph de Maistre’den, Hamaney’in pek sevgili düşünürü Noam Chomsky'e kadar birçok gerici düşünce savunucusunu rahatsız ediyor olması dikkat çekicidir.

İran, bu yıl hariç, 1989'dan beri dünyanın dört bir yanından gelen Amerikan karşıtı figürlerin katıldığı ‘Amerika'nın Sonu’ başlıklı konferanslar düzenliyor.

Her ne kadar bu ‘son’ olarak adlandırılan şey yıllar geçmesine rağmen bir türlü gerçekleşmese de, İran yönetimi aynı ilgisini kararlılıkla sürdürdü.

Şimdi Keyhan gazetesinde bu eğilimin ‘çığırından çıktığına’ şahit oluyoruz. Çünkü bir teori belirli bir seviyede ‘iç tutarlılık elde ettiğinde’, sonsuza dek kendisine bağımlı olarak devam edebilir.

Onlarca yıllık gazetecilik serüvenimde, ‘Amerika'nın sonunu’ bekleyen birçok insan gördüm, hatta bazıları bu beklentiyi temel alarak kariyer yaptı.

Sovyetler Birliği’nin siyaset bilimci düşünürlerinden Profesör Igor Banarin, her yıl düzenli olarak ‘Amerika'nın sonu’ üzerine bir makale yazıyordu.

Gregory Malenkov'dan sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin birinci sekreteri olan, kaprisli bir karaktere sahip Nikita Kruşçev, 2000 yılını Amerika'nın sonu olarak belirlemişti ve ‘Sizi gömeceğiz’’ demişti.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu Mao Zedong’un eşi Can Çing’in yönettiği, Kültür Devrimi’nin siyasi beyin takımı Dörtlü Çete’nin üyelerinden Şanghay Belediye Başkanı Yao Wenyuan 1971’de verdiği bir röportajda, ABD’yi ‘kağıttan kaplan’ olarak nitelemiş ve 21'nci yüzyılı görmeyeceğini ileri sürmüştü.

Herman Kahn Enstitüsünün ‘gelecek bilimci’ araştırmacılarından Herman Can ise, ABD'nin 2000 yılına kadar, küresel liderliğini Fransa lehine kaybedeceğini öngörmüştü.

Ancak, ‘Amerika'nın sonu’ hayali gerçekleşmedi, belki de hiç gerçekleşmeyecek, bunun da başlıca iki nedeni var:

Birincisi: ABD sadece ‘süper güç araçlarına’ sahip bir ülkeden ibaret değildir.

Pers, Roma imparatorluklarına benzer klasik bir imparatorluk olmadığı gibi, Rus Çarlığı ya da İngiliz imparatorluğuna benzer görece modern bir imparatorluk da değildir.

Doğrusu Amerika her şeyden önce bir ‘fikir’ ve ‘yaşam biçimidir’.

En büyük fikirlerde olduğu gibi batıl inanca yakın bir şekilde formüle edilmiş olsa bile, hala çeşitli kültürel, etnik, sosyal ve ekonomik sınırlar için bir cazibe noktası oluşturmaktadır.

Sadece Chomsky gibi yarı ideologlar asla gerçekleşmemiş olan ‘Amerikan emperyalizminden’ bahsetmektedir.

Aslında Amerika, Lenin ve başkalarının göstermek istediği anlamda hiçbir zaman bir imparatorluk olmamıştır.

İkinci nedene gelince; bir paradoks olarak, Amerikan karşıtlığı, Amerika’ya (belki de hak etmediği) merkezi bir konum sağlamaktadır.

Hamanet ve Keyhan bunu fark etmeyebilir, ancak Amerika'nın İran İslam Cumhuriyeti'nin sorunlarının ve başarısızlığının temel nedeni olduğu efsanesini büyütmek, Amerika Birleşik Devletlerini, ülkelerin kaderini elinde tutan olağanüstü bir büyücü mertebesine yükseltir.

Tam da bu nedenle, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani gibi fırsatçılar, ABD ile anlaşarak İran’ın sorunları çözecekleri vaadiyle kendilerine siyasi kariyer yapabildiler.

Amerika olmasaydı devrimin başarılı olacağını savunan mollalar, zımnen kendilerinin işlevsiz olduğunu ve dış güçlerin etkisinde olduklarını kabullenmiş oluyorlar.  

İranlıları Amerikan karşıtı söylemle bıktırmak yerine, belki de Hamaney ve yardımcıları her ayın bir gününü ‘Amerikasız’ olarak adlandırmalıdır.

O gün İran genelinde ‘Amerika’ sözcüğünün söylenmesi ve yazılması yasaklanmalıdır.

İranlılar o gün enerjilerini şu düşünce için harcamalıdır: Acaba kendi kazdıkları kuyudan çıkmak için ne yapmalıdırlar?

Kırk bir yıldır ‘Amerikanın sonu’ efsanesi İranlılara hiçbir fayda sağlamış değildir, belki ‘Amerikasız günü’ bir fayda sağlar.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Mustafa Yıldız

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU