Türkiye’nin koronavirüs ile sınavı

Ünal Çeviköz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP

10-12 Nisan tarihleri arasında Türkiye'de 30 büyükşehirde ve Zonguldak'ta sokağa çıkma yasağı kararı alınması uzun süredir dile getirilen, ancak çeşitli sebeplerden ötürü ihmal edilen ve geciktirilen bir karar olmuştur.

Bu karar, Türkiye'de ilk koronavirüs vakasının görüldüğünün resmi olarak açıklandığı tarih olan 11 Mart'tan tam bir ay sonra alınmıştır.

Bu süre zarfında ülke çapında hastalığa yakalanan insan sayısı 50 bini, ölüm sayısı da bini geçmiştir. 

'Sokağa çıkma yasağı daha önce alınsaydı bu rakamlar daha düşük mü olurdu' sorusu elbette tartışılması gereksiz ve bilimsel temeli olmayan varsayımsal bir sorudur.

Ancak sokağa çıkma yasağı kararının alınmasından sonra bunun Türkiye kamuoyuna duyuruluş yöntemi, gecikmiş de olsa kararın isabetliliğinden çok, yarattığı karmaşa ve salgının bulaşıcılığını artırma riski ile hatırlanacaktır. 

Türkiye, pandemiden kısa vadede en çok etkilenecek ülkelerin başında geliyor.

Daha şimdiden, ekonominin en önemli girdilerinden birini oluşturan turizm sektörü bu yılı belki de yakın zamanların en büyük kayıp yılı olarak kapatmaya hazırlanıyor.

Pandeminin birkaç hafta içinde hızını kaybetmesi, kapanan ya da durdurulan bazı faaliyetlerin yeniden başlaması, sanılmasın ki birden bire Türkiye'yi yeniden şiddetli bir turizm akımının hedefi yapacak.

Türkiye, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, dünyanın her yerinden turist alan bir ülke.

Ancak Türkiye'ye gelen turist profilinin çoğunluğunu, hemen her kaynak ülkenin orta gelir seviyesindeki insanlar oluşturuyor.

Salgın ise, Türkiye'de olduğu gibi, tüm dünyada da en çok bu kesimi olumsuz etkiledi.

Küçük esnaf ve hizmet sektöründe çalışan nüfusun büyük kısmı, gerek işsizlik gerek kısa dönem ücretsiz izinli sayılma gibi sebeplerden ötürü, bu yıl tatil için ayırdıkları birikimlerini büyük bir olasılıkla bu dönemin kayıplarını karşılayabilmek için kullanmayı ve bu yılı tatilsiz geçirmeyi düşünmek zorunda kalacaklar.

Bu durum aslında tüm dünyada, yurt içi turizmi olmasa bile, yurt dışı turizmi olumsuz etkileyecek faktörlerin başında geliyor.

Ayrıca, turizm sektörünün hızlı toparlanabilmesi için Türkiye'nin salgınla mücadelesinin güven vermesi gerekiyor ki henüz buna yönelik bir işaret yok.

Türkiye'de iktidarın gündemini en çok ülkenin ekonomik durumu ile ilgili endişelerin oluşturduğunu kimse inkar edemez.

Zaten kör topal ve ağır aksak yürüyen bir ekonominin salgın nedeniyle artık iyice durgunlaşması elbette önümüzdeki dönemde ciddi bir sıkıntı oluşturacaktır.

İktidar, yıllardır ısrarla gerçekleştirmediği yapısal reformlar nedeniyle Türkiye'nin ekonomisinin başına açtığı dertleri ne kadar koronavirüs salgınına bağlamaya çalışacak olsa da, bu konuda kimseyi kandıramayacaktır.

Dolayısıyla, üretimi tamamen durduracak, işsizliği patlatacak, dar gelirli kesimlerin içinde bulundukları bunalımı daha da artıracak bir gelişmeye yol açabileceği endişesiyle, sokağa çıkma yasağını erteleyebildikçe ertelemeyi tercih etmiştir.

Ancak bu erteleme muhtemelen Türkiye'nin ödeyeceği ekonomik maliyeti daha da büyütmektedir.

Hafta sonları, tüm dünya üzerinde olduğu gibi Türkiye'de de, bir günü genellikle alış-veriş ve genel ihtiyaçların karşılandığı, bir diğeri de dinlenilen ya da dinlendirici faaliyetlerle geçirilen bir dönemdir.

Dolayısıyla, hafta sonu sokağa çıkma yasağı ilan edilirken, öncelikle bunun zamanlamasının temel ihtiyaçların karşılanmasına imkan verecek bir şekilde yapılması, yurttaşına saygı duyan bir yönetimin öncelikli davranış biçimi olmalıdır.

Tüm yurtta hava koşullarının iyileşeceği tespitinden hareket eden iktidar, telkinle evde tutamadığı yurttaşını, bu hafta sonu birden bire kendini sosyalleşmeye vereceği endişesiyle evde oturmaya mecbur kılan bir karar almıştır.

Madem hafta sonu için böyle bir uygulama yapılabiliyordu, geçtiğimiz birkaç hafta sonunu bu şekilde bir alışkanlıkla geçirmek belki salgının bulaşıcılığını ve yayılmasını azaltabilirdi. Üstelik bunun ekonomiye zararı da korkulduğu kadar olmazdı.

Sokağa çıkma yasağını uygulamaya geçilmesinden iki saat önce duyurmak yapılabilecek en ciddi hesaplama hatası olmuştur.

Birçok belediyenin bu kararı açıklandığı anda duymaları gibi, birçok yurttaşın da temel ihtiyaçlarını sağlayabilecekleri alış-veriş imkanının ortadan kalkmasından sonra karardan haberdar olmaları bir kötü yönetişim örneğidir.

Bu karar bir hafta sonu boyunca olabilecek sosyalleşmenin yaratabileceği bulaşma ve yayılma riskinin çok daha fazlasını iki saat içinde oluşturmuştur.

Bunun yansımalarının on dört gün sonra görülmesi şaşırtıcı olmayacaktır. 

Kötü yönetişim yurttaşını tanımamak, örf, adet, gelenek ve alışkanlıklarını dikkate almamak ya da bunları hafife almak gibi davranışların da sebebidir.

Türkiye insanı koronavirüs salgınını yeterince ciddiye almayarak sosyalleşmesine devam ediyorsa, bu durum yöneticilerin durumun ciddiyetini anlatabilme yeteneğindeki eksiklikten kaynaklanıyor.

Ancak Türkiye insanının iki saat sonra 48 saatlik bir sokağa çıkma yasağı ile karşılaşacağını duyduğu zaman ne gibi bir panik duygusuna kapılabileceğini hesaplayamamak ise yerli ve milli bir farkındalıktan da yoksun olunduğu anlamına geliyor.

Yurttaşının sosyal davranış ve tepkilerini farkında olmayan bir yönetim ise yurttaşının gözünde meşruiyetinin sorgulanmasıyla karşı karşıya kalır.

Birçok çevrede pandeminin nasıl bir sosyo-ekonomik ve siyasi dönüşüme yol açacağı konuşuluyor.

Bu konuda değişik fikirler dile getiriliyor. Kimi çevrelerde salgınla mücadelenin daha otoriter yöntemlerle yürütülmesinin etkili olacağı savunuluyor ve bu eğilimde olan yönetim modellerinin ya kendilerini güçlendireceğinden ya da demokratik modellerin otoriterleşmeye doğru değişim geçireceklerinden söz ediliyor.

Türkiye'de iktidar, salgınla mücadeleyi muhalefet partilerinin kontrolündeki belediyelerle mücadeleye indirgeyerek her zaman beslendiği toplumsal kutuplaşma konusunda yeni bir fırsat yakaladığını sandı.

Yerel yönetimlerin halka daha çabuk, daha kolay ve daha verimli şekilde ulaşabileceği gerçeğini ise, değil göz ardı etmek, ortadan kaldırmaya çalıştı. Bunun anlaşılamayacağını sanmak da ayrı bir hesap hatası oldu.

Koronavirüs pandemisi tüm dünya üzerinde yeni bir insan ve yeni bir toplum anlayışının ortaya çıkmasını kaçınılmaz kılıyor.

Bu anlayışın temel odak noktasının insan olacağı, temel odak olan insanın da yeni bir toplumsal dayanışma bilinci ile hareket etmeyi yeni normal olarak algılayacağı ve ona göre davranacağı dile getirilen görüşlerden biri.

Türkiye'nin böyle bir evrilme yaşamasının dönüm noktasını 10 Nisan akşamı alınan sokağa çıkma yasağı ve bunun halkımıza duyuruluş biçimi oluşturacaktır.

Önümüzdeki günler, yurttaşına saygı duyan, "ben yaptım oldu" ya da "ne yaparsam tutar" yaklaşımı ile onu küçümsemeyen, sevecenliğini ve yurttaşının kaygılarını kendi dar kaygılarının önünde tutan demokratik, öngörülebilirliği yüksek, hukuka ve insan haklarına bağlı bir iyi yönetişimi çağırıyor.

Hepimize şimdiden uğur getirsin.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU