Salgın hastalıkların edebiyat ve sanata yansımış hikayeleri

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independnet Türkçe

Koronavirüs salgınının dünya gündemini işgal etmesiyle birlikte, eski ve yeni çağlarda yaşanan tifo tifo (Kara Humma), sıtma, veba, kolera (Kara Ölüm), grip ve cüzam türünden salgın hastalıklara ilişkin yüzyıllar boyunca yazılmış olan edebiyat ürünlerini tanıtan yeni ilanlar çıktı basında.

Bu bağlamda yapılan güncel resim ve çizimler hakkında da haberler yayınlandı.

Aktüel modern resim tablolarından üç örnekten biri, Suriyeli ressam Kuteybe Mamu’nun yaptığı tabloda, hayvandan geçebileceği düşünülen hastalığa karşı köpekten korunma şekli betimlenmiş.
 

Suriyeli ressamQuteyba Mamu, tabloları yoluyla insanları korona afetine karşı tedbir  almak için uyarıyor. .jpg
Suriyeli ressam Kuteybe Mamu, tabloları yoluyla insanları korona afetine karşı tedbir almak için uyarıyor


İkincisi, Libyalı ressam Muhammed Abdullah’ın ürünü…

Maske takılmasını simgeleyen bir tablo.
 

Libyalı ressam Muhammed Abdullah, ölümcül hastalığa karşı maske takılmasını resmetmiş.jpg
Libyalı ressam Muhammed Abdullah, ölümcül hastalığa karşı maske takılmasını resmetmiş


Iraklı ressam Hüseyin Sennan ise, virüsün yarasadan insana geçmesini kalemle çizmiş. 1 
 

Iraklı sanatçı Sinan Hüseyin'in resmi.jpg
Iraklı sanatçı Sinan Hüseyin'in resmi 


Salgın hastalıklara ilişkin ilanları, birkaç hafta önce Kidega isimli sitede gördük:

“Dünyayı Etkileyen Salgınlarla İlgili Kitaplar” başlığı altında şu eserlerin isimlerini okuyabiliyoruz:

Mahşer (Stephan King), Kolera Günlerinde Aşk (Gabriel Garcia Marquez), Salgın Hastalıklardan Ölümler: 1914-1918 (Hikmet Özdemir), Veba Yılı Günlüğü (Daniel Defoe), Dünyamızı Değiştiren On iki Hastalık (Irwin W. Sherman), Körlük (Jose Saramago), Salgın ve Madalyonun Ters Tarafı (Reşat Nuri Güntekin), Veba (Michael Grant), Osmanlı’da Salgın Hastalıklarla Mücadele (Ahmet Uçar), Veba (Albert Camus), Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı (Editörler: Burcu Kurt, İsmail Yaşayanlar), Hastalık (Onur Gürleyen), Kızıl Veba (Jack London), Salgın (Erin Bowman), Corona ve Virüs Savaşları (Kursad Berkkan)
 


Melis Kayhan, “İnsanlık Tarihinin Seyrini Değiştiren 11 Salgın Hastalık” başlığı altında uzun bir makale yazmış. 2

Yazarın sıralamasına göre MÖ 430’da Mora Savaşı sırasında baş gösteren salgın, tespit edilebilen en eski hastalık türeviymiş.

Bunu izleyen diğer hastalıklara bakalım: Doğu Roma İmparatorluğunda çıkan Justinyen Vebası (MS 541-750), ticaretin durması ve imparatorluğun zayıflamasını yol açmış.
 

Doğu Roma'daki hastalık İmparator Justinyen adıyla anılıyor. .jpeg
Doğu Roma'daki hastalık İmparator Justinyen adıyla anılıyor


1347-1351 yılları arasında ortalığı kasıp kavuran hastalığın adı ise, Hıyarcıklı Veba veya Kara Ölüm diye biliniyor.

Bu veba sonucunda Avrupa’da yaklaşık 25 milyon ölmüş. Salgının çıkış yeri sayılan Çin’de bu sayıdan daha fazlası hayatını kaybetmiş.

Hastalığın yarattığı tahribat ve zayiatın telafisi, 200 yıl sürmüş; kitlesel ölümlerden ötürü kölelerin sayısında aşırı bir azalma olmuş ve ücretli işçilik/çalışma devreye girerek toplumsal hareketliliğe yol açmıştır.
 

Hıyarcıklı Veba'dan acı çeken hastaların tasviri. Toggerburg İncili'den (1411) alıntılayan Wikimedia. .jpeg
Hıyarcıklı Veba'dan acı çeken hastaların tasviri. Toggerburg İncili'den (1411) / Görsel: Wikimedia


1492’de Avrupalı denizciler Amerika kıtasına gittiklerinde, çiçek hastalığını da beraberlerinde götürdüler.

Bu salgın, 15'nci ve 17'nci yüzyılları arasında Amerikalı yerli nüfusun yüzde 90’ının yani 20 milyon insanın canına mal oldu.

Oradan gasp edilip getirilen altın ve gümüş, Avrupa’da (özellikle İspanya’da) enflasyona yol açtı.

Küresel ekonomiyi etkileyerek modern kapitalizmin seyrinde dönüm noktası oldu.
 

Dr. E. Jenner'in ilk çiçek hastalığı aşılamasını tasvir eden tarihsiz illüstrasyon .jpeg
Dr. E. Jenner'in ilk çiçek hastalığı aşılamasını tasvir eden tarihsiz illüstrasyon 


1817-1823 tarihleri arasında etkili olan Kolera, o sıralarda İngiltere’nin sömürgesi konumundaki Hindistan’ın Jessore/Jashore vilayetinde çıkmış; komşu bölgelere yayılarak milyonlarca insanı kırıp geçirmiştir.

Salgının teşhis ve tedavi yöntemini bulan John Snow isimli doktor, 1854’te Londra’daki bir su deposu kaynağını izole ederek salgını durdurmayı başarmıştır.


1918-1919 yılları arasında baş gösteren İspanyol Gribi’nin diğer adı Influenza’dır. Tıptaki tanımıyla H1N1 virüsünün ölümcül bir alt türüdür.

En önemli özelliği zayıf, yaşlı ve çocuklardan ziyade sağlıklı genç erişkinleri etkilemiş olmasıdır.

Gençlerin kitlesel ölümünün nedeni, savaş sırasında icat edilen zehirli gazların düşman cephesindeki genç askerlerin imhası için kullanılmasıydı.

Gaz soludukça ciğerleri mahvolan gençler, grip salgınına yenik düşerek ölmüşler.

Birinci Dünya Savaşı’nın son aylarında tüm dünyayı etkilemiş; 500 milyon Avrupalıya bulaşmış; bunlardan 50 ile 100 (veya 140) milyon kişinin hayatına mal olmuştur.

Kimi tarihçilere göre, Dünya Savaşı bu nedenle son bulmuştur.
 

İspanyol Gribi hastalarının tedavi edildikleri ABD'deki Oakland Belediye Konferans Salonu.jpeg
İspanyol gribi hastalarının tedavi edildikleri ABD'deki Oakland Belediye Konferans Salonu


Savaş yıllarında Türkçe İspanyol Nezlesi diye adlandırılan bu gribin çıktığı yer, İspanya değildir.

Çünkü İspanya, anılan savaşa katılmamış; tarafsız kalmıştı. Savaşan ülkelerde bu salgın hastalıktan bahsetmek yasaktı.

Tarafsız İspanya hükümeti ise, grip hakkında konuşmayı yasaklamamıştı. Hastalıkla ilgili haberler buradan dünyaya yayıldığı için, İspanyol Gribi diye anılmış oldu. 3
 

Dünya AİDS Günü münasebetiyle Hindistan'da gerçekleşen farkındalık gösterisi-Reuters.jpeg
Dünya AİDS Günü münasebetiyle Hindistan'da gerçekleşen farkındalık gösterisi / Fotoğraf: Reuters


Hong Kong Gribi veya H3N2 virüsünün tarihi ise yeni sayılır: 1968-1970.

Küresel ölçekte verdiği zayiat, 1 milyon insandır. Bundan sonrakiler hakkında kamuoyunun genel bilgisi var.

Dolayısıyla adlarını ve tarihlerini belirtmekle yetinelim: HIV/AIDS (1981’den günümüze…), SARS (2002-2003), Domuz Gribi yahut H1N1 (2009-2010), Ebola (2014-2016), Koronavirüs yahut Kovid-19 (2019’dan günümüze…) 
 

Kongo'da işçiler bir Ebola kurbanını gömüyorlar-AP.jpeg
Kongo'da işçiler bir Ebola kurbanını gömüyorlar / Fotoğraf: AP


Salgının yol açtığı edebiyat ve sanat ürünleri 

Salgın nedeniyle eve kapanma veya dış etkilerden korunmak için kendini tecrit etme durumuna günümüzde karantina adı verilmiş.

Eskiden bu tür hallerde edebiyatçı ve sanatçılar, alışılmış çalışma  programlarını değiştirirlermiş.

Örneğin, İngiltere’de Hıyarcıklı Veba olarak bilinen hastalık 1600’lü yılların başlarında salgına dönüşünce, başkent Londra’daki tüm tiyatrolar kapatılmıştı.

Bir aktör olan İngiliz yazarı William Shakespeare, boş vaktini Kral Lear, Macbeth, Antonius ve Kleopatra isimli eserler yazarak değerlendirdi.
 

Tiyatro oyuncusuı ve oyun yazarı William-Shakespeare.jpg
Tiyatro oyuncusu ve oyun yazarı William Shakespeare


1665’te aynı ülkeyi kasıp kavuran bubonik veba, genç İsaac Newton’u, üniversitedeki öğrencilik hayatına ara vermeye ve taşradaki aile mülküne çekilmeye mecbur etti.

Bu süre içinde o, mühendislik ve Calculus’ün (matematiğin alt dalı) erken formlarını yazdı; prizmalarla oynarken optik teorilerini geliştirdi.

Ardından herkesin bildiği o ünlü yerçekimi olayını keşfetti. Tabii, elmanın ağaçtan düşmesini defalarca gözlemleyerek...
 

Yerçekimi kanununu bulan Isaac-Newton-1024x544.jpg
Yerçekimi kanununu bulan Isaac Newton


Bahsedilen iki hemşerisi gibi onlarla aynı dönemdeki veba yüzünden kırsal bölgeye kaçan oyun yazarı Thomas Nashe ise, Summer’s Last Will and Testament isimli eserini yazmayı başardı. 

İspanyol Gribi, Avrupa’yı kasıp kavururken Edvard Munch, Norveç’teki evinde mahsur kalmıştı.

Salgından ötürü ah-vah edeceğine, kendini resim yapmaya verdi. Başta ünlü Çığlık isimli tablosu olmak üzere şahane sanat ürünleri çıkardı.

İspanyol Gribine yakalandığında, kendini hasta yatağının önünde otururken resmetti. 
 

Norveçli Ressam Edvard-Munch.jpg
Norveçli Ressam Edvard-Munch


Bubonik vebanın en ünlü kurbanlarından biri olarak bilinen İtalyan yazar-şair Giovanni Boccacio’dur.

1348 yılında salgın Floransa'yı kasıp kavurduğunda, ailesinden ilk olarak babası ile üvey annesi öldüler.

Boccaccio, şehirden kaçıp Toskana kırsallarında saklanarak salgından ve krizden sağ çıkmayı başarmakla kalmadı, aynı zamanda musibeti ve illeti lehine çevirmesini bildi: O afet günlerinde, dünyaca ünlü eseri Decameron’u yazdı. 4
 


İtalyan yazarın “10’lar” isimli ebedi klasiği: Decameron

Küçük hikaye türünün kurucusu sayılan ve İtalyan edebiyatının en önemli ismi sayılan Giovanni Boccaccio 16 Haziran 1313’te, Floransa şehrinde doğdu.

Annesi Fransız, babası Floransalıdır. Baba evinde büyüyen Giovanni, özel dersler almış ve kendisini geliştirmiş; küçük yaşlardan itibaren edebiyatla ilgilenmiştir. 

Dünya edebiyatının ilk hikayecisi sayılan Boccaccio’nun 1348-1351 (veya 1353) yılları arasında yazdığı başyapıtı Decameron, Türkçe'ye (10’lar) diye çevrilebilir.

Kitap, veba salgınından kaçan ve Fiesole tepelerinde bir köşkün bahçesinde toplanan birtakım insanların birbirine anlattığı hikayeleri yazmıştır.

On gün boyunca anlatılan yüz öykü aktarılmış. Günde on öykü anlatılır.

Yazar, Decameron’un önsözünde kitabın özelliklerini açıklar, sevenlerin, özellikle de seven kadınların acılarını hafifletmeyi amaçladığını belirtir.

Hikaye kahramanları burjuva ailelerdir. Gelişmekte olan işleri nedeniyle sık sık uzak ülkelere giden Floransalı burjuva kocaların dönüşünü beklemekle ömür tüketen kadınları için yazılmıştır.

İtalya'daki vebanın 17. yüzyılından tasviri. De Agostini-Getty.jpeg
İtalya'daki vebanın 17'nci yüzyılından tasviri / Görsel: De Agostini


Veba salgınından kaçmak için bir araya gelen yedi genç kadınla üç genç erkek “gönüllerince yaşayarak gülüp eğlenmek ama sınırları dışına taşmayan zevkler tadabilmek” amacıyla, önce Fiesole dolaylarında bir evde, sonra da bir şatoda konaklarlar.

Her gün (cumartesi ile pazar dışında) öğleden sonra, her biri bir öykü anlatır.

Öykünün konusunu günün yöneticisi olan kral ya da kraliçe belirlermiş. Birinci ve dokuzuncu günde ise, herkes istediği öyküyü anlatırmış.

Toplamda yüz öykü anlatılmış olur. Mutluluklar, gönül yaraları, kadın erkek ilişkileri, yerinde verilen yanıtlar, çıkar peşinde koşan din adamları, öykülerin başlıca konularını oluşturur.

Her günün bitiminde yemek yenir, şarkı söylenir, dans edilir.
 


Decameron eğlendirici ve edebi yönünün ötesinde, 14'ncü yüzyıl batı hayat tarzını anlatan tarihi bir belge olarak büyük önem taşır.

Boccaccio, dinsel konuları değil, doğrudan insanı anlatmış; günlük olayları işlemiştir.

O, Rönesans hümanizmini ön plana çıkarmış. Batı için yeni bir teknik kullanmıştır: Hikaye içinde hikaye anlatmak!

Bu teknik, Doğulu ülkelerde çok yaygındır. Hemen her hikayede “Fiemetta” karakteri karşımıza çıkıyor.

Bu isim, Boccaccio’nun uydurduğu isimdir; ama anlamı vardır. Napoli Kralı’nın kızı Maria’ya duyduğu aşk nedeniyle onun yerine koymuştur Fiemetta adını.

Yazar, kadınların sabır duygusu üzerinde durmuştur. Son hikayede; kadının eşinden çektiği eziyetleri anlatmıştır. Erkek, aslında kadını sınamaktadır. Kadın ise sabır küpüdür. 5
 

İtalya'da çıkan bubonik veba tasviri.jpg
Fransız sanatçı Josse Lieferinxe'nin veba salgınının bir tablosu / Görsel: CNS photo/The Walters Art Museum


İki ünlü Fransız yazarın iki başyapıtı 

Fransız romancı, oyun yazarı ve film yönetmeni Marcel Pagnol (1895-1974) birçok hikaye, roman yazmış, başarılı filmler yapmıştır.

1720 yılında Marsilya’yı adeta istila eden vebayı konu edinen bir eseri de bulunmaktadır.

“Veba’ya Yakalananlar” başlıklı hikayenin de içinde yer aldığı Le Temps des Amours (Aşkların Zamanı) başlıklı kitap, yazarın ölümünden üç yıl sonra, 1997’de keşfedilmiş, tarihi önemi ve değerine binaen aynı yıl yayınlanmıştır.
 

1720 yılında Marsilya'da çıkan veba yüzünden 100 bin kişi ölmüştü..jpg
1720 yılında Marsilya'da çıkan veba yüzünden 100 bin kişi ölmüştü. Vebadan ölen hastaların cesetleri sarılmış vaziyette taşınıyor / Fotoğraf: Photoblog


Hikaye aslında trajikomik bir üslupla yazılmıştır. Veba illeti şehrin kapısına dayandığında, orada yaşayan topluluk, güya bir mıntıkaya kaçar.

Meğer yöre, salgına en fazla maruz kalan bir yermiş. Bunun üzerine kaçkın topluluk, kendisini çok sağlam ve her şeyden izole edilmiş bir kaleye kapatır.

Aralarındaki bir doktor ile bir noter, kendilerini yönetici tayin ederler. Vebadan korunmak için olmadık komik yollara başvururlar.

Bunu yaparken de hırsızlar, çapulcu açlar ve yağmacı başıbozuklarla uğraşırlar.

Başa çıkamayınca da nefsi müdafaa (öz savunma) için safça yöntemler alırlar. Bu uğurda banal ve gülünesi otoriter bir yönetim tarzı kurarlar.

Gelgelelim, bu işleri öyle aptalca ve ahmakça yaparlar ki, yüzlerine gözlerine bulaştırırlar.

Korumak istedikleri topluluğun maskarası haline gelirler. Bizar olan topluluk, kendi arasında şu kanaate varır:

Keşke işi olağan seyrine bıraksaydık. En berbat hali, bunların önlemlerinden ve otoriter yönetiminden katbekat iyi olurdu. 6
 

Marsilya nüfusunun yarısını öldüren vebanın tasviri. .jpg
Marsilya nüfusunun yarısını öldüren vebanın tasviri / Görsel: Pinterest


Haykırışları değil ama sessiz denilebilecek derecedeki sakin siyasi söylemleri ve edebi anlatımlarıyla toplumda sarsıntılar yaratan Fransız edebiyatçı Albert Camus, varoluşçu edebiyatın öncülerinden sayılır.

1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü hak eden Veba isimli romanını yazdı.
 


Mondovi kasabası (Cezayir) doğumlu olan (1913) Camus, kitabındaki veba kurgusu için mekan olarak yine Cezayir’in Oran (Wahran) şehrini seçmiştir.

Olayın hikayesi, özetle şudur: Tüm Oran kentinin üstüne bir kabus gibi çöken veba salgını, şehir ahalisini önce umutsuzluğa sevk eder.

Ama Dr. Rieux, Tarron ve Grand’ın başı çekip organize ettikleri dayanışma örneği, hem yetkililer hem de panik halindeki halk için ilham kaynağı olur.

Camus, bu eserinde bireycilik, bencillik yerine dayanışma ve kararlılık mesajı vererek, umut ve umutsuzluğun da insanın dünya ile topluma bakış açısına bağlı olduğuna işaret eder.

Her daim iyimser fikirlerin, insanı ve toplumu başarıya götüreceğini vurgular. 7


Andrew Nikiforuk’un Mahşerin Dördüncü Atlısı ne diyor?

Andrew Nikiforuk, 1955 doğumlu Kanadalı bir gazeteci-yazardır. İnsanlar, çöken ekonomiler ve çevre kirliliği üzerine yazdığı kitaplarla tanınıyor.

1989, 1990 ve 1993'te Kanada Basın Derneği'nin Araştırmacı Gazetecilik Ödülü'nü alan yazar, 1991'de AİDS üzerine bir dizi makale yazmıştır.

Avrupa Birliği, Bilim vb kategorilerde eserleri bulmaktadır. İki önemli kitabı Türkçe'ye çevrilmiştir: Mahşerin Dördüncü Atlısı ve Tabağımızdaki Şeytan. 

Mahşerin Dördüncü Atlısı’nda kısaca şu temalar işlenmiş: Veba, kızıl, kızamık, çiçek gibi salgın hastalıklar ve kıtlık, kuraklık gibi felaketler tarih boyunca milyonlarca kişinin ölümüne neden olmuş, yenilmez sanılan orduları durdurmuş, toplumsal ilişkilerimizi, yakınlarımıza, sevgilimize karşı davranışlarımızı biçimlendirmiştir.
 


Ne var ki bu kitlesel ölümler durduk yere, kendiliğinden başlamamış, salgın hastalıklar davetsiz misafir gibi aramıza girmemiş; mikropların kitlesel ölümlere yol açan “canavar” rolünü üstlenmeleri için insanlar ellerinden geleni yapmışlar.

Salgın sırasında ise çaresiz kalmışlar. Bakteriler ve mikroplar açısından bir dünya tarihi niteliğindeki Mahşerin Dördüncü Atlısı’nda toplumsal hayatın hastalıklarla yakın ilişkisini çevreci bir bakışla inceleniyor; dünyamızın en eski sakinleri olan mikro-organizmalarla barış yapmamız öneriliyor. 8


Bakıp görmeyenlerin romanı: Körlük

Jose Saramago’nun Körlük romanını konusu ise şöyle: Adı bilinmeyen bir ülkenin bilinmeyen bir şehrinde, araba kullanmakta olan bir adam kırmızı ışıkta beklerken aniden kör olur.

İlerleyen günlerde, ilk kör olan adamı takiben, onun eşi körleşir. Ardından adamı kör haliyle evine götüren ama fırsattan istifade arabasını çalan kişi kör olur.

Daha sonra bu fırsatçı araba hırsızının tedavi için gittiği doktorun sekreteri, muayenede bekleyen hastalar, ilaç almak için gidilen eczacı ve bütün şehir ahalisi zincirleme biçimde körleşmeye başlar.

Gözlere aniden inen sis perdesi nedeniyle “beyaz felaket” olarak nitelenen bu salgın, ülkenin yarısından fazlasını etkiler.

Hükümet yetkilileri, bin bir zahmetle tedbir alarak hastalığı kontrol altına alırlar…

İvedi bir şekilde alınan kararla, salgının daha fazla yayılmaması için kör insanlar evlerinden alınarak daha önce akıl hastanesi olarak yaptırılan cezaevi görünümlü bir binaya götürülürler.
 


Zamanla gerçek bir deliler yurduna dönüşen binada insanlar, kendilerini kontrol edemez hale gelirler.

Çeteler oluşur, açlık, tecavüz artar. İnsanlar, giderek onurlarını yitirmeye başlarlar. Birbirlerini katledenler olur.

İsyan ve kitlesel galeyan başlar. Çünkü yönetilen körleri kontrol etmek üzere harekete geçen yönetici zümresi de körleşir; önünü göremez olur…

Bütün bu musibet, felaket, kargaşa ve kaostan sonra çıkan isyanın yol açtığı dramatik dönüşümle birlikte her şey normal ve doğal eski haline dönmüş olur.

Herkesin gözlerine inen sis perdesi açılır, herkes aklını başına alır. Yeniden görmeye başlar. 

Portekizli sosyalist yazar bu romanıyla 1998’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı.

Çünkü o, körlük felaketini mecazi anlamda kullanarak, insanı ve onun yarattığı çarpık demokrasi anlayışını eleştiriyor.

Kurgunun mesajı açıktır: Aslında var olan ama görmek istemeyen kafalar, bir çürümüşlüğün, yozlaşmanın sonucudur. Birlikte düzeltelim.  


Osmanlıda karantina risalesi…

Yazıyı şöyle sonlandıralım: Osmanlı'daki salgın hastalıklara ilişkin yazı ve fermanlara ilişkin belgeleri bulmak mümkün.

Biz, hem yazıyı hem de belgelere ilişkin bilgiyi, Serap Taştekin’in bir makalesinden edindik.

Kısaca değinip geçelim: Coğrafi konumu nedeniyle tüccarlar, seyyahlar ve misyonerler aracılığıyla veba, kolera gibi salgın hastalıkların etkisinde kalmış olan Osmanlı Devleti’nin en etkin tedbir yöntemi, karantina (tehaffuz) idi…

Anavatanının Moğol bozkırları olduğu bilinen veba hastalığına yol açan bu bakteri, sıcaklarda Asya çöllerinde yaşayan kemirgen hayvanları, Moğollar vasıtasıyla Asya ve Avrupa’ya ulaştırıyordu…

Avrupa’yı 14'ncü yüzyılda perişan eden veba salgını, Osmanlı topraklarına da uğramıştı.

Bir dönem söndürülse de, bahar ve yaz aylarında alevlenen veba, ticaret kervanları ve gemiler vasıtasıyla, fareler vasıtasıyla kısa sürede yayılıyordu.

1591’deki veba salgınında Sultan III. Murad’ın sarayı terk ettiği, İstanbul’da hiçbir dükkanın açılmadığı bilinir.

Salgın sırasında İstanbul halkı, toplu dua için Okmeydanı’nda toplanmıştı.

1697’de padişah II. Mustafa, veba salgınından dolayı halkın devlete borçlarını silmişti.

Osmanlı Devleti’nde ilk karantina uygulaması 1831 yılında Rusya’dan yayılan büyük kolera salgını sırasında gerçekleşmişti…

Karantina ve korunma konusunda Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin Risalesi ücretsiz dağıtılmıştı...

Osmanlılarda karantina uygulaması sistemli bir şekilde ilk defa 1835 yılında Çanakkale’de başladı.

Bu şehirde karantina çadırları kuruldu, Marmara ve İstanbul’a gidecek gemiler bir süre bekletildi.

Ayrıca Bursa, Trabzon, Midilli, Saroz gibi pek çok yerde karantina noktaları kuruldu. 9

 

 

Dipnotlar: 

1-) Arap ressamların sanatsal ürünlerini 8 Nisan 2020 tarihli Independent Arabia sitesinde görüyoruz. عناصر ومفردات جديدة تقتحم أعمال الفنانين العرب في زمن كورونا
2-) Arkeofili sitesi, 14 Mart 2020. Ayrıca Türkçe Vikipedi ansiklopedisinde yukarıda isimleri geçen hastalıklarla ilgili maddelere bakınız. 
3-) Türkçe Vikipedia, “İspanyol Gribi” maddesi. 
4) Oğuzhan Koç, “Karantina Günlerinde En Önemli Eserlerini Veren 5 Tarihi İsim”, KayıpRıhtım sitesi, 22 Mart 2020. Ayrıca Vikipedi (Türkçe ve İngilizce) ansiklopedisinde yer alan William Shakespeare, Isaac Newton, Edvard Munch, Thomas Nash, Giovanni Boccaccio maddelerine bakınız. 
5-) D&R, kitapyurdu.com, idefix.com sitelerin kitap tanıtımı ile Türkçe Vikipedi’nin “Decameron” maddesine bakınız.
6-) Marcel Pagnol’un «Vebaya Yakalananlar kitabı ve Karantinanın İnsani Hali” "المصابون بالطاعون" لبانيول: جانب إنسانيّ للحجر الصحي, Independent Arabia, 31 Mart 2020 ve İngilizce Wikipedia, “Marcel Pagnol” maddesi.
7-) Türkçe Vikipedi, “Albert Camus” maddesi.
8-) Babil.com kitap tanıtımı sitesi.
9-) “Osmanlı’da Salgın Hastalıklar ve Karantina”, Birlik Beraberlik Noktası-BBN sitesi, 3 Şubat 2020.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU