Salgınla mücadeleden doğan zararın karşılanması

Erhan Ürküt Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Oturduğumuz evin karşısındaki kıraathane sahibi Ramazan amca bana şöyle seslendi:

Avukat bey; benim işletmemin aylık kirası 4 bin TL, altı kişi asgari üret ile çalışmakta ve onlarında bakmakta olduğu toplam 24 kişi var. Bana işletmemi kapatın dediler. Peki, ben ve bu 24 kişi ne yiyeceğiz ne içeceğiz? Ben bu işletmenin kirasını, SGK primlerini, elektrik, su, doğal gaz, internet ve diğer giderleri nasıl ödeyeceğim?


Elbette, bu salgın geçecek ama bu süreçte devletin sorumluluğu çok tartışılacak. 

Öncelikle bu sorulara cevap verebilmemiz için Sağlık Bakanlığı tarafından oluşturulan Bilim Kurulu'nun özellikle de sokağa çıkma yasağı ile ilgili tavsiye kararı alıp almadığının açıklığa kavuşturulması lazım.

Eğer hükümet yetkilileri bilim kurulunun sokağa çıkma yasağı ile ilgili tavsiye kararına uymuyorsa bu sorunun cevabı tartışamaya açık hale gelecektir. 

Tüm yurttaşlar sosyal devlet olgusunun varlığını sorgulamaya başlayacaktır. 

Sosyal devlet olgusu, her dönem tartışmaya açık bir konudur. Sanırım hiçbir dönem virüs mücadelesi nedeniyle bu kadar tartışılmamıştır.

Ülkemizde ise koronavirüsten sonra en çok tartışılan yine sosyal devlet anlayışı olmuştur. 

Sosyal devlet fikri aslında; hukuk devletinin, kişilere, tek başına, insan onuruna yaraşır bir yaşam seviyesi sunmakta yeterli olmadığından ortaya çıkmıştır.

Sosyal devlet ilkesine göre devletten, sadece kişilerin özgürlük alanlarına müdahale etmemesi beklenmemekte; aynı zamanda kişilere asgari bir hayat standardı sağlamak için birtakım olumlu edimleri yerine getirmesi de istenir.

Sosyal devlet ilkesi, 1793 tarihli II. İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi’ne kadar uzanmaktadır. 

Ülkemizde, 1982 Anayasası’nın ikinci maddesi Türkiye Cumhuriyeti’nin “sosyal bir hukuk devleti” olduğunu vurgulamıştır.

Bu hususa paralel olarak 1982 Anayasası “Sosyal ve Ekonomik Hak ve Ödevler” başlıklı üçüncü bölümünde birçok sosyal hakkı düzenlemiştir.

Sosyal devlet ilkesini, devletin temel niteliklerinden birisi olarak belirten ve sosyal haklara yer veren ilk anayasamız 1961 Anayasası'dır.

Gerçekten de sosyal devlet anlayışı ve bu anlayışın beraberinde getirdiği müesseselerin hukukumuza girmesi 1961 Anayasası ile gelen en önemli yeniliklerden birisi olmuştur.

Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasası döneminde 27 Eylül 1967 tarih ve 1967/29 karar sayılı kararın da sosyal devleti şöyle tanımlamıştır:

İnsan hak ve hürriyetlerine saygı gösteren;

Ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan;

Kişi ile toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen;

Özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan;

Çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadî ve malî tedbirler alarak çalışanları koruyan;

İşsizliği önleyici ve millî gelirin, adalete uygun biçimde dağılmasını sağlayıcı tedbirler alan devlet.


Yine Anayasa Mahkemesi başka bir kararında, “Sosyal hukuk Devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet” demektir. 

İşte yüzyıllar öncesinde bile güvence altına alınan sosyal devlet anlayışı bugünlerde yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. 

Ülkemizde virüs salgını nedeniyle bizlerden beklenen evimize kapanıp kendimizi izole edelim. Bununla beraber biz yurttaşların beklentisi ise, sosyal devlet anlayışının daha güçlü ortaya konulmasıdır. 

Salgın hastalık nedeniyle birçok yurttaşın ekonomik kaybı devlet tarafından karşılanmamaktadır.

Elbette yaşam hakkı, tüm haklardan üstün olabilir ama bununla beraberinde diğer haklarında korunması için maksimum tedbirler alınmalıdır.

Bu sorun beraberinde adliyeleri çözüm merkezi haline getirecektir. İşte bu salgınla mücadeleden doğan zararların karşılanması için acil bir hukuki düzenlemeye ihtiyaç doğmaktadır.

Çünkü bu tedbirler kapsamında idare hukuk bağlamında idarenin hizmet kusuru tartışılacaktır.

Aslında hizmet kusuru; devlet görevlilerinin, görevleri gereği, görevleri sırasında, kendilerine verilmiş araç ve gereçleri kullanarak veya görevlerinin verdiği nüfuzu ve yetkileri kullanarak görevleriyle, doğrudan veya dolaylı ilgili olan hukuka aykırı işlem ve eylemleriyle üçüncü kişilere verdiği hukuka aykırı zararlar, devletin hizmet kusuru olarak kabul edilmektedir. 

Devletin yürüttüğü hizmetleri, zamanında ve gerekli hızda yapması zorunludur. Bu, yürütülen hizmetten beklenen maksimum verimin sağlanması için gereklidir.

İşte devletin yürüttüğü hizmeti, mevzuatın gerektirdiği sürede veya hizmetin gereklerine uygun sürede başlamaması veya bitirmemesi hizmetin geç işlemesini oluşturmakta ve bu durum devletin hizmet kusuru olarak kabul edilmektedir. 

Gerçekten de hizmetin yapılması ne kadar önemliyse, hizmetin zamanında başlaması ve zamanında bitirilmesi de bir o kadar önemlidir.

Özellikle ülkemizde, yurttaşların bugün en çok şikayet ettiği konuların başında koronavirüs ile ilgili tedbirlerin geç alınmasıdır. 

Devlet, virüs tedbirlerini yerine getirirken yapmış olduğu işlem ve eylemlerle birçok işletmenin maddi ve manevi varlıklarında zarara sebep olabilir.

Anayasa ve yasa hükümleri uyarınca devletin kendi eylem ve işlemlerinden doğan sorumluluğunun bulunduğu ve bütün işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu hükme bağlanmıştır. 

Anayasanın 125'nci maddesinin 7'nci fıkrasına göre:

İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.


Anayasa’nın bu hükmü idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararların idarece tazmin edilmesine dair temel hükümdür.

Bu madde hükmü bir usul hükmü olmayıp, bir idari işlem veya eylem nedeniyle zarara uğrayan kişinin zararını “tam” olarak giderme kuralını getirmektedir.

Anayasanın 56'ncı maddesinin 3'ncü fıkrasına göre;

Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi arttırarak, işbirliğini geliştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.


Aynı maddenin 4'ncü fıkrasına göre ise;

Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal yardım kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.


Anayasaya göre; sağlık hizmetlerinin yürütülmesi devlete bir görev olarak yüklenmiş olup, söz konusu görevin hiç ya da gereği gibi yerine getirilmemesi yani, kusurlu bir şekilde yerine getirilmesi devletin hukuki sorumluluğuna yol açar. 

AİHM’in “Öneryıldız/Türkiye”, “Budayeva ve diğerleri v. Rusya”,“Kolyadenko ve diğerleri v. Rusya” kararlarında mücbir sebep neticesinde meydana gelen zararlardan devletlerin sorumluluğunun sınırları çizilmeye çalışılmıştır.

Her şeyden önce, devlete yaşama hakkını tehdit eden durumlara karşı etkin bir caydırma mekanizması oluşturacak yasal ve idari çerçeve oluşturmak görevi vermiştir.

Devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir etkinlik nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda devletin sorumluluğu açıktır. 

Bu durumda devlet, sosyal riski almış oluyor. Sosyal risk ilkesi gereği devlet ancak önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği ya da daha büyük zararlara sebebiyet verilmemesi için önlemekten kaçındığı zararları tazminle sorumludur. 

Devlet, zararı önleme yükümlülüğünü en üst tedbirlerle yerine getirmek zorundadır.

Birçok yargı kararında sosyal risk ilkesinden kaynaklanan zararların tazmininde devletin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği zararlardan sorumlu olduğu ortaya çıkmıştır.

Mesela Ramazan amcanın işletmesinin kapalı olması nedeniyle uğramış olduğu zararları karşılamak zorunda kalacaktır.

Bu durumda devlet, korona ile mücadele ederken bir yandan da bu mücadele sırasında meydana gelen zararları karşılamalıdır.

Bunun için yapılacak yasal düzenlemenin temel amacı; koronavirüs kapsamında alınan tedbirler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usuller ortaya konulmalıdır.

Bu esas ve usuller, Ramazan amca gibi işletme sahipleri başta olmak üzere zarara uğradığını düşünen her yurttaşı kapsamalıdır. 

Bu durumda devlet, Bilim Kurulu'nun varsa sokağa çıkma yasağı tavsiye kararını uygulamıyorsa çok ciddi tazminatlar ödemek zorunda kalabilir.

Hukuk garabetlerinin ortaya çıkmaması için bilim kurulunun tüm tavsiye kararları imzalı olarak kamuoyu ile paylaşılmalıdır. 

Her ihtimale karşı, her yurttaş koronavirüs ile mücadelede devletin yeterli tedbirleri almadığını ve bu dönemde maddi kaybının olduğunu düşünüyorsa, maddi kaybını belgelendirecek her türlü kağıdı saklamalıdır.  

Lütfen evde kalalım, sosyal izolasyona riayet edelim.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU