Ev sinemasında bu hafta: Hak ettiğimiz hayat; “Ev”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için yazdı

Dante’nin İlahi Komedya’sında da sık sık değindiği konulardan olan yedi temel günah arasında yer alan kıskançlık öyle bir haslet ki, tadında bırakılmadığında ve kontrol edilmediğinde hayatı zehir etmesi işten değildir.

Başkasının sahip olduğuna kendisinin de sahip olma gerekliliğini hissettiren bu duygu, yeri geldiğinde en nazik kişiyi bile başkalaştırabilir, hatta yok edebilir.

Bu duygu kişinin içini kemirebilir, umutlarını köreltebilir, başkasının hayatının yanı sıra kendi hayatını dahi dayanılmaz bir hale getirebilir.

Bu hafta Netflix’te gösterime giren Hogar (The Occupant) adlı İspanyol filmi, hayatı tepetaklak giden bir adamın bir de kıskançlık duygusuna yenik düşmesiyle nelere sebep olabileceğini dair bir portre sunuyor.

Bazen yetinmeyi bilmenin her şeyden ne kadar önemli ve kıymetli olabileceğine dikkat çekiyor.

Hak ettiğimiz hayat; “Ev”

Yönetmen: David Pastor, Àlex Pastor / Oyuncular: Javier Gutiérrez, Mario Casas, Bruna Cusí, Ruth Díaz / 103 dakika
 


2020 Málaga İspanyol Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’ne aday gösterilen Hogar (The Occupant); bir zamanlar başarılı işlerde imzası olan bir reklam yöneticisinin etrafında dönen, iniş çıkışlarla dolu yeni bir İspanyol gerilim filmi.
 


Javier Muñoz yaptığı reklam çalışmalarıyla yıllar içinde iyi bir noktaya gelmiştir.

Bu sayede, sevgi dolu bir ailesi, yaşadığı şehri panoramik bir açıyla seyredebildiği konforlu bir evi, lüks bir arabası, etiketlerinden “kalite” olduğu anlaşılan markalı kıyafetleri ve hemen hemen her kentli insanın isteyebileceği pek çok şeye sahiptir.
 


Ancak ne yazık ki tüm tecrübesi ve başarılarına rağmen yaşı nedeniyle o da geleceği gençlerle şekillendirmek isteyen sektörün dinamiklerine yenik düşenlerden biridir.

Ve mevcut düzenini ve konforunu sürdürebilmek için yeni iş görüşmelerinin peşindedir.
 


Ajansların genç direktörleri ve yöneticileriyle üst üste yaptığı mülakatlarda yeni nesille olan iletişim becerisinin eksikliği onun kimi zaman kibarca kimi zaman da hoyratça geri çevrilmesine bir sebeptir.

Gençlerle çalışma isteğine rağmen kapıların birer birer yüzüne kapanması, iş görüşmelerinden sonra otopark parası için bile rica minnette bulunmak zorunda kalması ve bu yaşadıklarının onu umutsuzluğa ve belirsizliğe sürüklemesi belli ki seyircinin ona merhamet duymasını ve empati geliştirerek onunla bağ kurmasını amaçlamıştır. Ki bence bunda da oldukça başarılıdır.
 


Şahsen başlangıçta, onu çevreleyen bu umutsuz koşullar altında Javier’in bir zamanlar çektiği reklamdakine benzer şekilde, alışık olduğu bu hayatı sürdürmek ve posta kutusunda biriken faturaları zamanında ödeyebilmek için verdiği mücadeleyi seyrederken ona karşı bir sempati besledim.

İşini kaybettikten sonra artık sektördeki bu pastada onun için bir pay olmadığını anladığında içinde büyüyen öfke ve korkusunun acısını ben de hissettim.
 


Bu açıdan baktığımda, Pastor kardeşlerin, belki de tesadüfen, kırk yaş üstü insanların günümüzün iş dünyasında yüzleşmek zorunda kaldığı bir gerçekliği gözler önüne seren bir sosyal eleştiri yaptıklarını söyleyebilirim.

Hogar, bu nedenle özellikle çalışan toplumun iş dünyasında karşılaştığı yaş ayrımcılığı ve bireyin bir noktadan sonra tüm tecrübeleri yok sayılarak buruşturulmuş bir kağıt gibi çöpe atıldığı bir kapitalizm hakkında söyleyecek şeyleri olan bir filmdir.
 


Velhasıl, arayış içinde geçen bu bir yıllık işsizlik sürecinde mülakatlardan istediği sonuçları alamayan Javier, artık giderlerini karşılayamayacağı bu lüks dairesinden ailesiyle birlikte çıkıp başka bir semte taşınarak yaşam tarzını “geçici bir süre” değiştirmek ve küçültmek zorunda kalır.

Dahası, eşi evin ekonomisine katkı sağlayabilmek adına onun için yorucu olsa da bir alışveriş mağazasında temizlik işine başlar.

Oğlu Dani özel okuldan devlet okuluna kaydını aldırır. Eski evlerinde çalışan hizmetçinin de işine son verilir.
 


Ama elbette tüm bu olanlardan sonra bile karısı onu desteklemeyi bırakmamıştır. Ve kocasının bu süreçteki kararlarını bir kez olsun sorgulamamıştır.

Ta ki ilerleyen süreçte aralarındaki ilişkide bir şeylerin ters gittiğini anlayana kadar.
 


Narsist bir adamın karanlık fantezileri

Erkekliğin mevcut trendleri hakkında da sözü olan filmde Javier’e kendini güçlü hissettiren dairesini ve arabasını satmak zorunda kalması onun erkeklik imajına da bir saldırı anlamı taşıyor.

Nihayetinde filmin bu baş kaybedeni elindekilerden vazgeçip çok daha mütevazi bir daireye taşınmaya zorlandığı andan itibaren hikayede her şey değişiyor.
 


Finansal sıkıntılar nedeniyle Barselona’nın nispeten daha fakir bir bölgesinde, daha küçük bir evde, orta sınıf bir hayat yaşamak zorunda kalan aile içinde bu durum Javier’in her geçen gün bu çöküntüyle baş edemeyen materyalist ve narsist bir adama dönüşmesine sebep olur.
 


Bir gün eski dairesinin yedek anahtarının hala kendisinde olduğunu fark eder. Ve şu an orada yaşayan genç çifti takip eder.

Bu bir saplantı haline dönüştüğünde ise çift gündüzleri evden ayrıldığı vakit onların hayatını gizlice kurcalamaya başlar.
 


Ama bu Javier için yeterli değildir. Karanlık fantezilerini oryaya çıkartacak gerçek planına başlamadan önce evin erkeğine yaklaşmanın bir yolunu arar.

Eski güzel günlerini özleyen, yerini aldığını ve geçmişte kendisine ait olanı alıp götürdüğünü düşündüğü bu adamın kusursuz yaşamını mahvetmeye karar vererek görünüşte mükemmel bir aile olan bu yeni kiracılara kıskançlık ve hırs içinde komplo kurar.
 


Böylelikle kaybettiği hayatı yavaş yavaş yeniden kurtarma yolunda kendisine yeni bir misyon yükleyen Javier eski evinin yeni sahiplerinin hayatlarına sızmak için türlü planlar yapar.

Bu, yoluna çıkan her kim olursa olsun onu yok etmek anlamına gelse bile.


İşsiz bir sosyopat

Hogar, kesinlikle Javier Gutiérrez’in yeteneğine dayanan bir film.

Ödüllü aktör, sadist bir erkek krizinin başarılı bir temsili olan zalim kahramanı olarak güçlü ve esrarengiz bir performans sunuyor.
 


Karakterin asimile etmesi gereken her şeyi, daha iyi bir gelecek için beslediği umudun adım adım solmasıyla ilişkili kademeli bozulmayı nasıl yansıtacağını çok iyi biliyor.

Sahip olduğu koşulları kaybetmemek adına mücadele eden bir adamın tutumunun nasıl değiştiğini bize göstermek için en karanlık tarafını ortaya çıkarma konusunda sergilediği performansı oldukça ikna edici.
 


Başlangıçta kimseye asla kasıtlı olarak zarar vermeyecek sıradan bir adam gibi görünüyor. Planlarını dışa vurduğu anlarda bile ahlaki bir kural izlediği hissiyatı bırakıyor.

Ancak film ilerledikçe, masum tavrının altında gizlenen hasta umutsuzluğu etkili bir şekilde ortaya çıkıyor.
 


Gutiérrez’in karekterinde yavaşça ortaya çıkan ve büyüyen bir Hannibal Lecter var. Tam olarak orijinal değil, ama makul derecede inandırıcı.

Bunun dışında Javier’in ailesi de dahil olmak üzere filmdeki diğer karakterlerin çoğu önemli değilmiş gibi.

Ancak yine de az zamanda kadraja giren diğer oyuncular dahi üstlerine düşen görevi başarıyla yerine getirerek filmin hakkını veriyor ve vasatlıktan kurtarıyor.


Parazit etkisi

Hogar, bazı seyircilerin İspanyolca Parazit olarak değerlendirebileceği türden bir film. Haklılık payları da olacaktır.

Hem “Parazit” hem de “Başkalarının Hayatı” filmleriyle benzerlikleri olsa da film yine de kendine ait bir özgünlüğe de sahip.
 


Evet; belki bu film bir başyapıt olmaktan çok uzak ve eğlence için izlenecek bir film değil.

Ancak, anti-kapitalist mesajları ve hayatın içinde maruz kaldığımız reklam bombardımanlarının yaşantılarımıza olan etkisi üzerine düşünmeyi, karakterleri, tekniği ve bir filmin yaratıcılarının düşünce ve motivasyonunu analiz etmeyi ve bunun üzerine tartışmayı seviyorsanız Hogar seyretmeniz için iyi bir seçim olacaktır.
 


Ayrıca eğer mantıksal çıkarımları geride bırakıp böylesi bir olayın yaşanma olasılığına yönelik gerçekçiliği göz ardı edip fantezinin akmasına izin verirseniz, yorucu bir günün sonunda bir şeyleri anlamak için konsantre olmaya gerek duymadan biraz kafa dağıtmak istiyorsanız bu film seyretmek için o kadar da kötü değil.

Mükemmel bir yaşam isteyen, tüm patolojik isteklerini gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa yapmaya karar veren ve belki de çevremizde olup da fark edemediğimiz buna benzer binlerce erkeğin portresini çizen Hogar, ürperten, çoğu zaman huzursuz eden ve zaman zaman da sadakatinizi test etmeye sevk eden ortalama üstü bir psikolojik gerilimdir.
 


Bir drama olarak başlayan ve zamanla bir gerilime dönüşen film; seyirciye, kahramanın kendi yerine geçtiğini düşündüğü kişilerle temas kurmadan önce yaşadığı süreçlerle ilgili doneleri veren ilk yarıdaki perspektifi ile sonrasındaki dönüşümü arasındaki tüm gizemleri ilgi çekici tutmayı başarıyor.

Nihayetinde Javier’in evin yeni sakinleri ile sağladığı bu temas sanki onun için kaybedilmiş bir başarının temsilidir.

Daha başarılı olan diğer şey ise, onun kendi ailesine aşamalı olarak yabancılaşmasındaki süreçtir.
 


Bununla birlikte, filmin en büyük kusuru, ikinci yarısına yaklaştıkça, bir seyirci olarak olayların neye yol açabileceğini tahmin edebilmenizdir.

Diğer bir konu da sonlara doğru, Javier’i eski evine girip çıkarken gören ve onu tanıyan, bir şekilde onun planını çözerek kendi sapkınlığına hizmet edecek yönde şantaj yapan yeni bir karakterin girişiyle işlerin daha da çirkinleşmesi ve hatta iğrençleşmesidir.

Ama yine de hikayedeki döngüler oldukça ikna edicidir. Elbette bu komplodaki yalanların karması nihayetinde tatmin edici ve adil değildir.
 


Özellikle seyircinin sınırlarını zorladığı anlarda kurbanların verdiği tepkiler sindirilmesi son derece zor tepkilerdir.

Spoiler vermemek için detaya girmiyorum, filmi seyrettiğinizde ne demek istediğimi anlayabilirsiniz.


Haftanın diğer filmleri

Coffee & Kareem

Yönetmen: Michael Dowse / Oyuncular: Ed Helms, Taraji P. Henson, Terrence Little Gardenhigh, Веttу Gіlріn, RоnRеасо Lее, Аndrеw Васhеlоr (Кіng Васh), Dаvіd Аlаn Grіеr / 88 dakika
 


3 Nisan’dan itibaren Netflix’te seyredebileceğiniz aksiyon komedi türündeki Coffee & Kareem, adını temize çıkarmaya çalışan Detroitli bir polis memurunun hikayesini konu ediyor.

On iki yaşındaki Kareem, annesinin yeni erkek arkadaşı olan polis memuru James Coffee’yi korkutması için bir suçluyla anlaşır.

Polis memuru Coffee, bu sinsi plan karşısında büyük bir iftiraya maruz kalır. Ancak kendisinin masum olduğunu ispat ederek adını temize çıkarmak için vakit kaybetmeden harekete geçer.

Şehirdeki en azılı suçluyu yakalayarak adını temize çıkarmaya çalışan polis, bunun için kız arkadaşının oğlu Kareem ile birlikte çalışmak zorunda kalır.

Hal böyle olunca da Kareem’in planları geri teper ve Coffee ile Kareem kendilerini Detroit’in en acımasız uyuşturucu baronundan korumak için aynı safta bulur.


Gênco

Yönetmen: Ali Kemal Çınar / Oyuncular: Ali Kemal Çınar, Salih Demir, İhsan Şakar, Teymûr Evdikê, Berrin Çelik / 80 dakika
 


!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali seyircisinin yakından tanıdığı Ali Kemal Çınar’ın 28. Ankara Uluslararası Film Festivali’nden “En İyi Film”, SİYAD’dan da “Gio Fantastik Sinema” ödüllerini kazanan Gênco adlı filmi şimdi yönetmenin kendi YouTube kanalında.

“Ben de Gênco’yu bağışlıyorum. Ne İban ister ne de abone isterim. Kendinizi koruyun, iyi olmaya bakın,” mesajıyla filmini ücretsiz olarak çevrimiçi erişime açan yönetmen içinde bulunduğumuz şu günlerde sanki bir nebze, para olmasa da sinema sevgisinin her daim baki olduğuna dikkat çekiyor.

Filmi özetlemek gerekirse; Ali Kemal Çınar’ın hem yönettiği hem de başrolünde yer aldığı Gênco, kendisine verilen sınırlı güçlerle insanlara yardım etmeye çalışan bir Kürt süper kahramanın hikayesini anlatıyor.

Ali Kemal, daha beş yaşındayken başka dünyadan gelen biri ona süper güçler verir. Ama verilen bu güçler sınırlıdır.

Kendisine verilen bu sınırlı güçlerle insanlara yardım eder. Yardım ederken de kimliğini gizlemek için kostüm giyer ve kendisini Gênco olarak tanıtır. Bu arada onun bu sınırlı güçleri kendisini zaman zaman da gülünç duruma düşürür.

Tabii ki Ali Kemal diğer taraftan da arkadaşlarıyla birlikte vejetaryen bir kafe işletir. Ancak işleri her geçen gün kötüye gitmektedir.

Bu durum Ali Kemal’i bunalıma sokar ve bir süre evden çıkmaz. Bu arada daha önce kendisine yardım ettiği Salih bir gün kapısını çalar ve kız kardeşine yardım etmesini ister. Ali Kemal yardım etmek istese de artık gücü yetmediğinden bunu yapamaz.

Bunun üzerine Salih bu durumun üstüne gider ve Ali Kemal’in gücünü geliştirmek için onunla birlikte çalışmaya başlar.


Google ve Dünyanın Beyni

Yönetmen: Ben Lewis / Oyuncular: Brendan Price, Nicolas Chapman, Molly Malcolm, Joshua Zamrycki, Sergey Brin, Dan Clancy, Luis Collado, David C. Drummond, Amit Singhal, Paul Misener, Angela Merkel, Nicolas Sarkozy / 90 dakika
 


SALT Beyoğlu ve SALT Galata yapılarının ileri bir tarihe kadar tedbir amaçlı kullanıma kapalı olduğu bu dönemde kurum saltonline.org üzerinden çevrimiçi erişilebilecek programlarını her hafta yeni içeriklerle güncellemeye devam ediyor.

Bu kapsamda SALT, 56. Kütüphane Haftası vesilesiyle de Ben Lewis’in Google and the World Brain isimli, 2013 yapımı ödüllü belgesel filmini 3 Nisan itibariyle çevrimiçi gösterime açıyor.

17 Nisan tarihine kadar SALT Online YouTube kanalından Türkçe altyazılı olarak izlemenin mümkün olacağı film herkesin erişimine açık olacak.

Google’ın bugüne dek yayımlanmış her kitabı tarayıp dijital ortama aktarma planı, internette gerçekleştirilen en kapsamlı ve iddialı projelerden biri olarak öne çıktı. Ama gerçekten de misyon bundan mı ibaretti?

İnsanlık adına geleceğe miras bir kitaplık oluşturduğunu ısrarla belirten teknoloji devinin tek amacının bu olmadığını düşünenlerse çok tartışmalı bu girişimi durdurmaya kararlıydı.


Hayao Miyazaki ile 10 Yıl

Yönetmen: Kaku Arakawa / Oyuncular: Hayao Miyazaki / 196 dakika
 


Animasyon sanatının efsane ismi Miyazaki’yi kadrajına alan 10 Years with Hayao Miyazaki isimli belgesel çevrimiçi ve ücretsiz olarak yayında!

Belgesel, herkesçe bilinen Komşum Totoro (Tonari no Totoro, 1988), Ruhların Kaçışı (Sen to Chihiro No Kamikakushi, 2001) ve Yürüyen Şato (Hauru no Ugoku Shiro, 2004) gibi efsane filmlerin yönetmeni Hayao Miyazaki’nin son 10 senedeki çalışmalarını ele alıyor.

Studio Ghibli yapımı filmlerle Japon anime kültürünü tüm dünyada etkin hale getiren Miyazaki’nin üretim ve çalışma dönemine odaklanan belgesel, “Ponyo is Here”, “Drawing What’s Real”, “Go Ahead - Threaten Me” ve “No Cheap Excuses” başlıklarıyla 49’ar dakikalık dört ayrı bölümden oluşmakta.

Daha önce Miyazaki’nin 2013 yılındaki kısa emeklilik dönemi ve sonrasını ele alan Never-Ending Man (Owaranai hito: Miyazaki Hayao, 2016) adlı bir belgesele daha imza atmış olan Kaku Arakawa bu defa Miyazaki’nin 2013 yılının öncesine; onun gişede de büyük başarı yakalayan filmlerinden Küçük Denizkızı Ponyo (Gake no ue no Ponyo, 2008) ve son uzun metrajı Rüzgar Yükseliyor’un (Kaze Tachinu, 2013) oluşum sürecine dikkat çekiyor.

Film boyunca yaşlanma ve çalkantılı bir zamanda animasyon film yapmanın anlamı gibi zor sorularla boğuşan usta yönetmenin karakter yaratma ve yeni dünyalar hayal etme sürecini, fikirlerini gözlemlemek mümkün.

Aynı zamanda filmin yapımcısı da olan Japonya Ulusal Kanalı NHK’nin web sitesi üzerinden yayınlanan belgeseli İzlemek isteyenler buradan ulaşabilir. Üstelik Türkçe alt yazı seçeneği de mevcut.


La Casa de Papel: Fenomen

Yönetmen: Álex Pina / Oyuncular: Úrsula Corberó, Alba Flores, Álvaro Morte, Paco Tous, Pedro Alonso, Itziar Ituño, Miguel Herrán, Kiti Mánver
 


Bir İspanyol televizyon dizisi olarak yola çıkan ancak Netflix ile yaptığı anlaşma ile kısa sürede uluslararası bir prestij kazanarak fenomene dönüşen bir soygun ve suç dizisi olan La Casa de Papel’in başarı öyküsünü konu alan belgesel türündeki bu film, dizinin dördüncü sezonunun galası ile aynı zamanda yani 3 Nisan’da gösterime girecek.

Dizi, İspanya Kraliyet Darphanesi’ne yönelik soygun planları, dizinin etkileyici ikonları, direnişe yönelik referansları başta Arjantin, Brezilya ve Suudi Arabistan’daki izleyicileri büyülerken, kırmızı tulumları, Dali maskeleri, şehir isimlerinden oluşan takma adları ve bir İtalyan halk şarkısı olan Çav Bella sayesinde bir grup hırsızı mükemmel bir şekilde anti-kahraman haline getirme konusunda oldukça başarılı yapımlar arasında yer alıyor.

Dünyanın dört bir yanından hayran kitlesine sahip olan dizinin yapımcıları ve oyuncu kadrosunu içeren belgesel, kahramanları; profesör ve sevimli hırsızların nasıl dünyayı kasıp kavurduklarını, mesajlarının kitlelere nasıl ulaştığını ve bunların toplumda nasıl yankı bulduğunu analiz ediyor.

Netflix bu özel belgeselin içeriği hakkında henüz bir ayrıntı vermemiş olsa da dizinin yaratıcı yönetmenleri ve senaristleri Álex Pina, Álex Rodrigo, Alejandro Bazzano, Jesús Colmenar, Miguel Ángel Vivas, Koldo Serra ve Javier Quintas ile yapılan röportajların yanı sıra oyuncuların ifadeleri ve çeşitli anekdotlar aracılığıyla olaylara yeni bir bakış açısıyla bakılmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor.


Leyla Gencer: La Diva Turca

Yönetmen: Selçuk Metin / Oyuncular: Leyla Gencer, Halit Ergenç (anlatan) / 85 dakika
 


İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), yapımcılığını üstlendiği Leyla Gencer: La Diva Turca belgeselini dijital platformlar üzerinden ücretsiz olarak erişime açıyor.

Küresel koronavirüs salgını sebebiyle eve kapanan sanatseverler, yirminci yüzyılın en önemli opera sanatçıları arasında gösterilen Leyla Gencer’in yaşam öyküsünü anlatan bu belgeseli İKSV’nin YouTube kanalı üzerinden izleyebilecek.

Leyla Gencer’i, kendisiyle tanışma ve çalışma fırsatı bulmuş sanatçılarla yapılan söyleşilerle daha yakından tanıma fırsatı sunan belgeselin yapımcılığını, Leyla Gencer Arşivi’ni bünyesinde bulunduran İKSV, yönetmenliğini ise Selçuk Metin üstleniyor.

Belgeselin metni ve senaryosunda ise gazeteci ve yazar Zeynep Oral’ın imzası bulunuyor.

Halit Ergenç’in sesiyle güçlenen yapıma katkıda bulunan diğer sanatçılar arasında ise Selçuk Yöntem, Bergüzar Korel ve Mehmet Günsür yer alıyor.

Çekimleri 2018 boyunca Milano, Roma, Napoli ve İstanbul’da yapılan belgesel için kamera karşısına geçen isimler arasında yazar Franca Cella, La Scala Tiyatrosu Akademisi Kurucusu Carlo Fontana, San Carlo Operası Yöneticisi Rossana Purchia, Sferisto Operası Sanat Yönetmeni ve Gencer’in uzun yıllar operalarında birlikte çalıştığı dekoratörü Pier Luigi Pizzi, Leyla Gencer Şan Yarışmalarına katılan 2006 finalisti, soprano Simge Büyükedes ile 2006 birincisi, soprano Nino Machaidze, 2008 finalisti mezzosoprano Asude Karayavuz, Borusan Sanat Genel Müdürü Ahmet Erenli, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, MSGSÜ Devlet Konservatuvarı Öğretim Üyesi Rejisör Yekta Kara, La Scala Tiyatrosu Akademisi Müzik Departmanı Yöneticisi Daniele Borniquez bulunuyor.

Leyla Gencer: La Diva Turca belgeseli, 2019’un Ocak ayında Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda yapılan özel bir gösterimle ilk defa seyirciyle buluşmuş; ardından 38. İstanbul Film Festivali’nde ise prömiyerini yapmıştı.
 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU