Çin’de iki ay boyunca nelere dikkat ettim?

Nurettin Akçay Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Çin’de salgının ilk günleri, herkesin üzerinde büyük bir korku ve ne yapacağını bilememe hali var.

Sabah uyanıp telefonuma gelen bildirimleri okuyorum.

Şangay Yerel Yönetimi tarafından telefonuma gönderilen mesajda şunlar yazıyordu:

Bundan sonra maskesiz dışarı çıkmak yasaktır. Site ve market giriş-çıkışlarında herkesin ateşi ölçülecektir. Halkın yetkililere gerekli kolaylığı sağlamasını istiyoruz.


Kahvaltı yaptıktan sonra evde malzeme kalmadığını fark edip markete gitmeye karar veriyorum.

Maskemi takıp siteden çıkış için gerekli olan izin kartımı aldıktan sonra, dışarı çıkıyorum.

Öncesinde ise her gün sağlık durumumuzu bildiren zorunlu bir belgeyi telefonumdan doldurup onaylamıştım.

Ateşiniz kaç derece, sağlık durumunuz nasıl, hangi şehirde kalıyorsunuz, riskli bölgelere (Hubei) gittiniz mi, şüpheli biriyle temas kurdunuz mu? gibi sorular içeren bir form. 

Binadan çıkıp site girişine doğru yaklaşıyorum. Önümdeki genç kartı olmadığı için azarlanıp geri gönderiliyor ve dışarı çıkmasına izin verilmiyor.

Ben ise kartımı gösterdikten sonra çıkabiliyorum. Görevliler ve sokakta gördüğüm her kes maskeliydi.

Telefonuma mesajın gelmesi üzerinden birkaç saat geçmiş olmasına rağmen, yetkililerin tüm istekleri halk tarafından uygulanmaya başlanmıştı. 

Oturduğum site ve market arasındaki mesafe yürüyerek yaklaşık on dakika. Sokaklar bomboş. Dışarda tek tük insan ve birkaç araba var.

Soğuk bir rüzgarla birlikte sadece ağaç seslerini duyup tek başıma caddelerde yürüyordum. Alışveriş merkezinde bütün iş yerleri kapalı, sadece market açık.

Büyük bir dikkatle gerekli malzemeleri alıp tekrar eve dönüyorum. 

Distopik film sahnelerini andıran bu görüntülerden sonra, ister istemez üzerimde ciddi bir panik havası oluşuyor ve olayın ciddiyetinin farkına varıyordum. 

Devlet zaten gerekli tedbirleri almış ama ne olursa olsun benim de dikkatli olmam gerektiğini kendime telkin ediyordum.

Üzerimde öyle bir stres hali vardı ki her an her şeye şüpheyle bakmaya başlamıştım. Acaba sebzelerde virüs olabilir mi, sebzeleri bulaşık deterjanıyla mı yıkasam, elbiselerime virüs bulaşmış olabilir miydi, ya telefonum.

En ufak baş ağrısı, ateş yükselmesi sonrasında yaşadığım; virüs bana da mı bulaştı şüphesi ise başka bir sorun. Virüsten korunmakla birlikte bir de böyle sorunlarla boğuşuyordum.  

Yaşadığım şehirde (Şanghay) dışarı çıkma yasağı yoktu; fakat üzerimizde öyle bir korku hali oluşmuştu ki sokağa çıkmaya çekiniyorduk.

Haftalarca bu şekilde bir hayat sürdük. Bugün ikinci ayımız dolmak üzere. Şükürler olsun ki hala sağlığım yerinde ve şu ana kadar virüse enfekte olmaktan korundum. 

Normalde dış politika yazıları yazan ben, bu süreçte yaşadığım tecrübelerimi aktararak belki memleketimin insanına küçük de olsa bir faydam olur düşüncesiyle bu tür yazılar yazmaya ağırlık verdim.

Bugün yine aynı şeyi yapmaya çalışacağım. Belki küçük de olsa bir faydam olur.

En son Çin devletinin bu süreci nasıl atlattığını yazmıştım.

Bugün ise iki ayda kendimi nasıl korumaya çalıştığıma kısaca değinmek istiyorum.

Biraz abartılı, biraz komik, biraz da endişeli bir süreçle bugünlere kadar geldik.

Peki, ben nelere dikkat etmiş, neler yapmıştım. Madde madde anlatayım kısaca:

  • İki ay boyunca üç dört günde bir, sadece ihtiyaçlarımı karşılamak için dışarı çıkıyordum. 'Canım sıkıldı bir dolanayım da geleyim' asla demedim. Evde zaman geçirmeyi öğrendim. Film izledim, kitap okudum, yazılar yazdım, sosyal medyada gezindim.
     
  • Çıktığımda kalabalık ortamlara asla girmemeye dikkat ettim. İnsanlarla aramda en az bir metre mesafe olmasına özen gösterdim. 
     
  • Dışardayken hiçbir yere dokunmamaya çalışıyor. Elimi yüzüme asla temas ettirmiyordum.
     
  • Eve geldiğimde ellerimi iyice sabunlamadan kesinlikle hiçbir yere dokunmuyordum. İçeri girer girmez en az 20 saniye ellerimi bol sabunla yıkıyordum.
     
  • Dışarıda asla yemek yemedim. İki ay boyunca sıkılmadan her gün evde yemek yaptım. Dışarda bir kahve bile içmedim. Belki de benim için en zor konulardan biri buydu. Böylelikle bugün ne yemek yapsam diye düşünmenin bile insanı oldukça yıpratan bir konu olduğunu öğrenmiş oldum. Bu vesileyle buradan tüm annelerimize saygı ve hürmetlerimi iletiyorum. 
     
  • Misafir olarak gelmek isteyenlere açıkça ve utanmadan 'Hayır' diyordum. Bence siz de şu süreçte misafirliğe gitmeyin. Misafirliğe gideceğiniz insanlar da size kibarca 'Müsait değiliz' dediğinde lütfen kimseye gönül koymayın.
     
  • Toplu taşıma aracı kullanmamaya dikkat ediyordum. Genelde uzak bile olsa, gideceğim yere yürüyerek ya da bisikletle gidiyordum.
     
  • Uzun bir süre saçlarımı kesememiştim. Saçlarım da oldukça uzamıştı. Fakat berberle aramdaki sosyal mesafeyi koruyamayacağımı bildiğim için berbere gitmedim. Tıraş makinasını alıp evde saçlarımı üç numaraya vurdum. 
     
  • Hijyene dikkat ediyor, maskesiz dışarı çıkmıyor, evde egzersiz yapıyor, uykumu almaya önem veriyordum.
     
  • Ve neler yaptığımı gün gün Twitter’dan paylaştım. Üzülen oldu, dalga geçen oldu; ama az çok bu virüsün Türkiye’ye geleceğini de tahmin ediyordum. Belki bir faydam olur diye tecrübelerimi, alınması gereken önlemleri sürekli yazdım.

Türkiye'de herkesin bunlara dikkat edecek imkanı yok biliyorum. Çalışmak zorunda olanlar, toplu taşıma kullanmak zorunda olanlar var farkındayım. Ama herkesin elinden gelenin en iyisini yapması gerek.

Farkındalığımızı artırmamız gerekiyor. Zorunlu olmadıkça evde vakit geçirmemiz gerekiyor. Bu süreci atlatmamızın tek yolu ciddiyet.

Önceki yazımda da ifade etmiştim. Sadece birlikte hareket ederek başarılı olabiliriz.

Sağlık Bakanlığı'mız elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor. Bazı aksaklıklar yaşansa da gerekli tüm önlemler alınıyor.

Şimdi sıra bizde. Tavsiyelere uyalım ve ciddiyetimizi koruyalım. 

Bu işi başarmamızın tek yolu biraz dişimizi sıkmak ve bireysel önlemlerimizi almak. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU