Türkiye'de barış sürecine giden yolda önemli bir durak; Ekopolitik (2)

M. Xalid Sadînî Independent Türkçe için yazdı

Bundan 10 yıl öncesine göre Türkiye fikri ifade etme özgürlüğü, basın özgürlüğü vb konularda kıyas kabul etmeyecek bir daralma yaşıyor.

Sosyal medya mecralarının artmış olması beraberinde doğal bir özgürlük ortamı getirmesi gerekirken, siyasi partiler başta olmak üzere bazı kurumların sosyal medyayı denetim altında tutabilmek için geliştirdikleri troll faaliyetleri toplumumuzu tam bir cendereye almış, sansürün yanı sıra oto sansür de alabildiğine gelişmiş görünüyor.

Oysa bundan 10 yıl önce, bir önceki yazımda sözünü ettiğim Ekopolitik'in organize ettiği toplantılarda yapılabilen tartışmaların çoğunu bugün yapabilmek hayal gibi. 

2013 Nisan ayında, Türkiye'nin 7 coğrafi bölgesinden ilhamla oluşturulan ve bütün bölgelere dağılan Akil Adamlar Komisyonu'nun oluşturduğu sinerji ile hemen her şehrimizde yapılan tartışmalar, oradan çıkan fikirler ve o fikirlerin medyada yer alış şekillerine baktığımızda bize çok uzak bir geçmişte gördüğümüz bir rüya gibi görünüyor.

Cezaevlerindeki tek tip elbiselerin 35 yıl önce bitmiş olmasına rağmen, 80 milyon nüfuslu, bu kadar üniversite ve basın yayın kuruluşu olan koca bir ülkeyi böyle bir mengeneye sokmak ve "habire" sıkmak akıl kârı mı?

Bunu başarmak mümkün mü? Bu iş bir yerde patlak verdiğinde en çok kimin başı yanacak acaba?

Ekopolitik'teki çalışmalar, karşılıklı konuşma ve tartışmalar o gün için bize büyük bir umut vermişti.

Zira orada sadece biz Kürtlerin yaklaşık yüzyıla dayanan devletin ret-inkar ve asimilasyon politikaları ile ilgili serzeniş ve şikayetlerini en açık bir şekilde dile getirme olanağımız olduğu gibi Türklerin endişelerini duyma ve öğrenme imkanımız oluyordu.

Esasen Türkiye'de devletin Kürt fobisinden kaynaklı bir toplumsal Kürt fobia hastalığı olduğunu da öğrenmiş olduk.

Zira Kürtler, bu devletin yasal ve anayasal kurumları tarafından kimlikleri bakımından tanınır, demokratik ve insani haklarına yönelik engeller ortadan kaldırılırsa, mesela anadilde eğitim, daha fazla yerinden yönetim vb. haklar kabul edilirse "ne olacak" sorusu Türk milliyetçisi ve hatta milliyetçi olmayan insanlarda derin bir endişe olarak var.

Bu belirsizlik onları, ne olur ne olmaz endişesinden dolayı kendi haklarını kullanmaktan bile vazgeçirebiliyor.

Bunun en açık halini de 1930 ve 1950 yılları arasında görmüş idik. Mesela bu yıllarda yönetimde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) sadece Kürtlerin yoğun yaşadığı illerde değil, orta ve batı Anadolu'nun birçok il ve ilçesinde de parti merkezleri kurmamıştı.

Bunun en önemli sebebi de insanlar bir araya gelip konuşup tartışmasınlar diyedir.

İşte bu uygulama ve endişeler yıllar içerisinde topluma da sirayet etti ve toplumu kendi haklarını bile isteyemez, kullanamaz hale getirdi.

Ekopolitik bütün bu endişelerin izalesi bakımından önemli bir işlev görüyordu. Sadece Kürtler ile Türklerin karşılıklı tanışmalarından başka Türk sağcıları ile Türk solcularının tanışması da mümkün oluyordu. 

Gerçi çok harfli ve illegal Türk solu örgütleri kabul etmezse de Türkiye'de sol siyasal kültür açısından çok önemli bir yeri olan Murat Belge ile Türk milliyetçiliğinin önemli simalarından biri olan Musa Serdar Çelebi'nin ilişkileri ve bir birlerine olan mültefit sohbetleri sayesinde sadece Kürtler ve Türkler arasında değil, belki onlardan daha fazla Türk toplumunun da sağcı-solcu-dinci-milliyetçi-devletçi- devlet düşmanı- faşist, sosyalist, Kemalist, laisist vb. gibi onlarca kampa bölündüğü ve birilerinin onların tanışmaması için büyük bir çaba harcadığı ve bu kesimleri düşmanlaştırarak yaşamını sürdürdüğünü fark etmek ayrıca çok öğretici idi.

Mesela, M. Serdar Çelebi’nin Kürt meselesine olan açıklığı ve sorunun çözümüne yönelik çabasını gören Murat Belge hoca hep "Bir, iki, üç; daha çok Musa Serdar Çelebi" derdi.

Lakin bugün dahi, siyasi partilerin temel gıdası "biz" ve "onlar" algısıdır. Bu algıyı taraftarları arasında ne kadar yaygınlaştırır ve toplumu birbirlerine karşı diş biler hale getirirlerse, oylarını o derece konsolide edebiliyorlar.

Böylece bir birlerinin iyi taraflarını, ortak değerlerini, ortak geleceklerini görmekten o kadar fazla uzaklaşıyorlar ki, birinin matemi diğerlerinin şöleni haline gelebiliyor. Bu da toplumun birleşmesine değil, ayrışmasına sebep oluyor.

Oysa Ekopolitik bütün bu marazi halleri ortadan kaldırmak ve insanları aynı gelecek hülyasına sevk edebilmek için "çadır" motifi üzerinden büyük çadırın altında yaşayanların ortak, eşit ve özgür bir gelecek tasarımına katkıda bulunuyordu.

Bunun içinde doğudan batıya, güneyden kuzeye bütün toplum kesimlerini bir birleri ile konuşabilir, dertleşebilir hale getirmeye çalışıyordu.

Ekopolitik, çalışmalarını sadece İstanbul ile sınırlandırmıyor, bazı toplantıları Hakkari, Mersin ve Van gibi illerde de yapıyordu.

Bu çalışmalar çerçevesinde Hakkari'de yaptığımız çalışmalardan birinde Türk Ocağı Başkanı Cezmi Bayram Bey'i bir düğüne götürmüştük.

Bu düğünde, düğüne katılan kadın ve erkeklerin klasik Kürt elbiseleri giymiş olması, sazcının bağırışları, söylenen şarkılar, tutulan halay vesaire Cezmi Bey'de az da olsa bir ürküntüye sebep olmuştu.

Zira sanırım ondan önceki bütün hayatında bu kadar Kürt ve Kürtçe yoğunluklu bir ortamda bulunmamıştı.

Düğün sahipleri başta olmak üzere herkesin misafirlerimize çok nazik davranması, özellikle de Cezmi Bey'i halaya kaldırmaları ve yorulana kadar bırakmamaları onu etkilemişti.

Ondan sonraki bütün bir araya gelişlerimizde o anılarından bahsediyordu.

O toplantılar vasıtasıyla hem kendimiz, hem bir birimizle ve hem de devletle yeniden tanışıyorduk. İlginç dostluklar oluşuyordu ve halen devam ediyor.

Bazen fıkra gibi olaylarda oluyordu. Beykoz toplantıları çerçevesinde Cezmi Bey'le aramızda geçen bir diyalog anlatılmaya değer bir anekdot olarak hala zihnimdedir. Size de anlatmak istiyorum.

Toplantılara giderken bazen yanımda bal, otlu peynir vs. de götürüyordum. Beykoz'daki toplantıda kahvaltıya bizim bal da vardı. Balın güzel olduğunu fark eden Musa Serdar Çelebi; "Bu bal çok tatlı ve güzel, nerenin balı" deyince ben de "Abi bu Kürt arıların balıdır. Onun için çok güzeldir" dedim.

Tabii herkes hem güldü, hem de "bundan sonra bize hep Kürt arıların balını getir" diye takıldı.

Lakin yan masada oturan Cezmi Bey, yanındaki adama ciddi ciddi; "Bak görüyor musun, Halit hep bizi ırkçılıkla suçluyor, ama kendisi arıları bile Kürt yapıyor?" diyordu. Ona da biraz güldük.

Bugün her zamankinden daha çok bu ve buna benzer toplantılara, tartışmalara ihtiyacımız var.

Bunu ne kadar erken fark edip, ne kadar erken bu sürece tekrar dönebilirsek o kadar iyi olur.

Zira ataların sözüdür;  

Zararın neresinden dönülürse kârdır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU