Devlet; “millî/temel mantık”a sahip olandır

Ali Rıza Yaman Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Facebook 

Bir hurafe: Batıcı mantık

Cümle âlemin malûmu olması gereken dava; totoloji bilgi vermez. 

Totoloji bir “bilgi”, bir “mütearife” muamelesi yapılan önermenin pekişmesini sağlar.

Devamlı tekrarı hâlinde iknâ edici bir etki meydana getirir.

En önemlisi; epistemolojik bir değeri yoktur.

Epistemolojik değersizliği bir tarafa, akıl yürütme olarak bile çok da değer taşımayan (taşımaması gereken) ve totoloji hâline gelen tümdengelim (=dedüksiyon) yöntemi; bir misyonun icracısı konumunda olan siyasi retorik ustaları tarafından âdeta bir bedâhet gibi telâkki edilir ve ettirilir.

Bu mantığın yardımıyla icra edilen misyon; Batıcı düşünce sistematiğinin ve dolayısıyla hayat tarzının benimsetilmesidir.

Bu “temel mantık”a göre şekillenen siyasî yapıda varolan tek şey; “bedâhet” muamelesine tâbi tutulan “zan”lardır.

Temel mantık dedüktif olup totoloji hâline getirilince 'merkez önerme'; 'zarurî doğru' hâlini alır.

Zira dedüktif ifadeler; özdeşlik ilkesine dayanan sonuçlardır.

Özdeşliğe dayalı ifadelerin zorunlu doğrular olduğunu, bunun aksini iddia etmenin yahut düşünmenin zihinde bir çelişki meydana getireceğini savunanlara sorulması gereken temel ve basit soru şudur: 

Niçin özdeşlik ilkesine göre düşünelim ki?

Empirik olarak mutlaka vuzuha kavuşturulması gereken ve esasında hiç de öyle zor birşey olmayan 'özdeşlik ilkesi'yle hesaplaşmanın ilk şartı; herhâlde Necip Fazıl’da dile gelen “(...) hakikat olsan da çekil”deki hak ve hakikat kaygısının nihaî noktasını anlayabilmekten geçer.

"Zarurî ve mutlak doğru"yu, "her türlü şüpheden azâde ilk ve temel önerme"yi, "peşin fikir"i ıskalamak için uydurulan bu hurafe; pür imanla/ hakikatle yüzleşmekten korkan Batılı entelektüelin âdeta bir sığınağı, bir limanı, bir tatmin vasıtasıdır.


Hurafenin günümüzdeki hedefi: Millî/temel mantık 

Geçirdiği tekâmül ve geldiği nokta itibariyle değerlendirildiğinde Batılı için anlaşılabilir olan bu mantık ve dizgesinin bizim gibi cemiyetlerde icra ettiği fonksiyon; 'Batıcı hayat tarzı'nı benimsetmekle kendini mükellef gören siyasî anlayışın çok güçlü bir âleti olmasıdır.

"Gelişmek gerektiğine göre"...

"Özgür olmak gerektiğine göre"...

"Dünya ilerlediğine göre"... 

"Global bir köy olan dünyada sınırlar kalktığına göre"...

"Hemen yanı başımızda sınırlar değişip, kaynaklar dağıtıldığına göre"... 

"Bütün bunlar olduğuna, bunlara karşı olunamayacağına ve dünya vatandaşı olmanın en önemli şartlarından biri de 'mantık'lı hareket etmek olduğuna göre"...

Eee?

O zaman biz de bu 'mantık'a uygun hareket etmeliyiz.

Yoksa?

Yoksa dünyanın dışına düşer, âdeta uzay boşluğunda kayboluruz.

Göre ile biten ifadelerin zorunlu doğrular olduğunu ve bunun aksini iddia etmenin yahut düşünmenin zihinde bir çelişki meydana getireceğini savunanlara sorulması gereken temel ve basit soru şu: 

Niçin bu görelere göre düşünelim ki?

“Onlar”ın 'göre'lerine göre düşünür ve düşünme sistematiğimizi bu 'göre'lere nispetle şekillendirirsek; kendini kendi olarak değil de farklı ve haktan/mantıklı suretlerle gösteren şeytan gibi, kendini farklı ve haktan/mantıklı suretlerde gösteren Batı'nın dümen suyuna girer ve en başta kendi devletimizi kendi elimizle tasfiye ederiz de haberimiz bile olmaz.
 

salih mirzabeyoğlu.jpg
Salih Mirzabeyoğlu​​​​​​​


Zira, Salih Mirzabeyoğlu’nun; “Toplumda karşılıklı tesirlerle belirlenen ve böylece üyelerine belirli bir akıl ve duygu alışkanlıkları kazandıran, yeni doğanlara kendini empoze eden içtimaî bir vakıa” 1 dediği “şuur süzgeci”nin bütün unsurları “onlar” tarafından belirlenmiş ve Batı’nın “….göre”leri bizim için âdeta bedâhet belirtir hâle gelmiştir.


Temel motto: Devlet; ebed-müddettir!

Temel mottomuz; aynı zamanda temel/millî mantığımızdır.

Bu mantığımızın temel unsurları, peşin kabulleri; Türk, ehl-i sünnet, ordu ve devlettir.

Yaşadığımız ân itibariyle ciddi bir temsil sorunu yaşayan bu mânâların toplamı, ondan daha fazlası hâlinde, 'devlet aklı'nı oluşturur.

Usûlünce yapılmayan, aşırı liberallerin hoşuna gidecek şekilde söylersek; son derece pejoratif bir uslûpla yürütülen tartışmalarda, 'akıl'ımıza, 'mantık'ımıza mukayyet olup, tufaya düşmemek için sarılacağımız temel metafor(-diyelim) olarak "ev"i görebiliriz.

Zira ev; ocaktır... 

Ocak; devlet... 

Devlet; hukuk... 

Hukuk; hak... 

Hak; toprak... 

Toprak; bu mânâları 'bir'leyen, 'bütün'leyen mutlak fikrin tatbik ve teshir sahası...

Bunların hepsi bütündür, birbirini tamamlayıcıdır, parçalanması ve ayrı ayrı değerlendirilmesi mümkün değildir... 

Bu "ev"in hemen yanı başındaki diğer "ev"; mahalleye musallat olan tecavüzcüler tarafından saldırıya uğramış, evdeki hainlerin de yardımıyla işgal edilmiş, birçok aile ferdi öldürülmüş, kadınlarına tecavüz edilmiş, bütün eşyaları talan edilmiştir.

Bütün bunların gerekçesi de; demokratikleşme, özgürleşme olmuştur.

"Demokratikleşme" kod adlı küresel saldırının hedefi; 'komşu ev'in/ 'Irak millî devleti'nin şahsında; devlet anlayışıdır.

Irak millî devleti; "Hedefimiz; asıl olarak çok köklü bir devlet geleneğini temsil eden ve karakteri icabı benim menfaatlerime ters olan ehl-i sünnet devlet anlayışıdır" denilerek hedef seçilmemiştir.

Batı; her zaman yaptığını yapmış, yukarıda çok kısaca özetlediğimiz temel mantığıyla bir takım özdeşlikler üzerinden retoriğini bina etmiş, yaptığı soykırımı perdelemiş ve 'millî devlet'i yıkıp, yerine 'şirket/şehir devletleri'ni kurmak istemiştir.

I. Irak Saldırısı'yla birlikte başlayan eşitleme ve özdeşlik retoriği görülmüş, temel/millî mantık işletilmiş ve;

"Mesele bidayette ve nihayette; bir hayat tarzı meselesi olduğuna göre..." 

"Mücadelenin hedefi; Batıcı hayat tarzı ve onun bugünkü taşıyıcısı Amerika olduğuna göre..."

"Amerika burnumuzun ucuna kadar gelip, seksen yıl öncesinde bizim olan topraklara, Irak'a saldırdığına göre"...

Bizlerin yapması gereken; hedef büyültmek ve burnumuzun ucuna kadar gelen Amerika'ya karşı Irak'la ittifak yapmak suretiyle 'evimiz'e sahip çıkmak ve saniyen hesap sormaktır... 

Denilerek devletlik çapta bir tavır takınılmış olsaydı, en azından Irak'ta 5 milyon insan ölmez, Amerika şürekasıyla birlikte Türkiye'ye de operasyonlar yapma cür'etini kendinde görmezdi.

Aynı Batı, ehl-i sünnet devlet anlayışına sahip olan, bu yüzden de "devlet; ebed-müddettir!" diyen ve varlığını merkez coğrafyada sürdüren Müslüman Türk'ü hedef aldı, bir takım özdeşlikler üzerinden retoriğini bina etti ve Türkiye'yi işgallere sessiz ve hazır hâle getirdi.

Türk; kifâyetsiz lümpenlerle...

Ehl-i sünnet; devletleşmenin zaruretinden bîhaber zavallı nasipsizlerle...

Ordu; 1919 şartları bir tarafa, Kıbrıs harekâtını bile hatırlamayan NATO'cu subaylarla... 

Devlet; 'Bekçi Murtaza' zihniyetli garibanlarla... eşitlendi.

Süreç çok güzel işletildi, eşitlemeler çok güzel yapıldı ve bir millet kendi ayağına sıkarcasına kerim/baba/ebed-müddet olan devlet anlayışına düşman hâle getirildi.

"Devlet şirket gibidir. Şirket sahibi CEO atarken hesap veriyor mu ki, bir başbakan Genelkurmay Başkanı'nı atarken hesap versin" gibi ifadelerle (=totoloji) temsil sorunu olan mânâlara yapılan saldırıların ardından; "emperyalizme karşı bir mevzi olan" millî devlet; "şirket/şehir devleti" hâline getirilmek istenmektedir.

Temel ayrım/temel mantık böyle vaz'edildiği vakit, Türkiye'deki sahici siyasî kutuplaşmanın alâmet-i fârikası hemen kendini belli eder:

Batı'nın görelerine göre hareket eden, her kesimin hainini bünyesinde barındıran, şuursuz, öncesiz, sonrasız ve köksüz dünya vatandaşları bir tarafta...

Kendi görelerine göre hareket eden, her kesimin samimisini bünyesinde barındıran, temel mottomuzu iliklerine kadar hisseden, “Bütün İstiklâl Savaşları kardeştir” diyerek, hiçbir komplekse girmeden her türden anti-emperyal mücadeleye destek veren millî ve tam bağımsızlar öbür tarafta...

 

 

Kültür Davamız -Temel Meseleler-, 3. Basım, s.35, İbda Yay., İstanbul-1993

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU