Vizyonda bu hafta: Sürrealist bir delilik; “Cats”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Hayatımızdaki diğer tüm trendler gibi film türlerine olan ilgi de zaman içinde izleyici tarafından değişimler göstermiş.

1910-2018 yılları arasını kapsayan istatiksel bir araştırmanın sonuçlarına göre, tüm zamanlar içinde aksiyon filmleri genel olarak en sevilen film türü olarak öne çıkıyor.

Savaş filmleri de 1940’lı yıllarda en çok izlenen filmler arasında olsa da devam eden yıllarda popülaritesini kaybeden türler arasında yer alıyor.

1900’lü yılların başlarında ilginin en yüksek olduğu türlerden biri olan romantik filmlere olan ilgi 1940’lardan sonra düşüşe geçmişse de günümüze değin belli bir kesimin ilgisini hala çeken bir film türü olduğu sonuçlardan görülebiliyor.

Bilim kurgu, gerilim ve korku filmlerine olan ilgi sürekli yükselen bir ivmeyle artarken günümüzde popülaritelerini koruyan türlerden oluyor, suç ve komedi filmlerinin ise genel olarak her dönem seyirci tarafından beğeni toplayan film türleri olduğu sonucu rapordan okunabiliyor.

İnişli çıkışlı dönemler yaşayan fantastik filmler, bir dönem düşüş yaşasa da daha sonra tekrar popülaritesini kazanan türler arasında varlığını sürdürmüş.

Western ile birlikte müzikal filmler ise bir dönem çok izlenen film türleri arasında yer aldıktan sonra popülaritelerini her geçen yıl kaybetmiş ve zaman içinde türe olan ilgi hızla düşüşe geçmiş.

Tabi bu sonuçları doğru yorumlayabilmek için belirtilen yıllardaki film türlerinin üretimlerini, toplumsal ve kültürel koşulları da değerlendirmek gerek.

Yine de bize bir fikir veren bu sonuçlara bakarak günümüzde hala savaş, western ya da müzikal türünde film çekme cesaretini göstererek bu türlerin varlığını sürdürmeye çalışanları ayrıca tebrik etmek gerek.

Çünkü rekabetin bu kadar yoğun, üretim ve tüketimin bu kadar hızlı olduğu bir zamanda bu yönde bir emek harcamak gerçekten büyük cesaret.

Bence müzikallerden ilham alarak müzikal filmler çekmek iyi bir trend olabilir. Ama başarılı bir film müzikali oluşturmak zor gibi görünüyor. Bunun için her şeyden önce güçlü bir hikayeye sahip olmak gerekiyor.

Bu açıdan bakınca, doğruyu söylemek gerekirse Cats filmi, müzikal bir film girişimi olarak iyi bir adım atmışsa da kullandığı teknolojilerinin gölgesinde kalan, film için akıcı bir kaynağa sahip olmayan bir film olduğu için yapımcıların bu cesur girişimi gölgede kalıyor.


Sürrealist bir delilik; “Cats”

Yönetmen: Tom Hooper / Oyuncular: James Corden, Judi Dench, Jason Derulo, Idris Elba, Jennifer Hudson, Ian McKellen, Taylor Swift, Rebel Wilson, Francesca Hayward, Robbie Fairchild, Laurie Davidson, Ray Winstone, Larry Bourgeois, Laurent Bourgeois, Mette Towley, Steven McRae, Zizi Strallen, Danny Collins, Bluey Robinson, Naoimh Morgan, Daniela Norman, Jaih Betote, Ida Saki, Eric Underwood, Jonadette Carpio, Freya Rowley, Cory English, Melissa Madden-Gray / 110 dakika
 


Normalde film değerlendirmelerimde genellikle en iyi olanı öne çıkarmayı tercih ederim. Fakat bu hafta bu film teknik olarak beni gerçekten şaşırttığı için bununla ilgili görüşlerimi paylaşmak istedim.

Öncelikle şunu söylemem gerekir ki tiyatro sahnesinden beyazperdeye uyarlanmış, güzel hikayelere sahip birçok müzikal var.

Ama Cats, şimdiye kadar gördüğüm en kötü Broadway müzikali uyarlamalarında liste başında yer alır.
 


Elbette bu görüşüm müzikali sahnede seyretmiş olup da sahne ile beyazperdeye uyarlanmış versiyonlar arasındaki performansların karşılaştırmasına dayanan bir değerlendirme değil.

Bu eleştirim, filme uyarlarken tercih edilen teknolojinin bende bıraktığı hisle ilgili.


Dijital kürk teknolojisi

Andrew Lloyd Webber’in aynı adı taşıyan ve sahnelere veda ettiği güne değin Broadway ve West End tarihinde yaklaşık 9 bine yakın performansla gişe rekorları kıran uzun soluklu müzikalin bir animasyon olarak çekimi reddedildikten sonra, kedi karakterlerini canlandıran oyuncuların yüz ve bedenlerine “dijital kürk teknolojisi” uygulayarak bu müzikali filme çekme fikri muhtemelen birçok test ve ön çekimden geçmiştir.
 


Fakat yapım aşamasında ve toplantılarda bir kişi bile “bir dakika, bu görüntüler ve kediler gerçekten tüyler ürpertici, biz ne yapıyoruz!” diyerek süreci mantıklı bir şekilde durdurmaya teşvik etmedi mi, merak ediyorum.


Görsel efektler bir filmi harikulade de yapabilir onu bir çöpe de çevirebilir. Sosyal medya platformlarının hikayelerimiz için tasarladığı şapşal filtrelerden hallice bir teknoloji ile karşımıza çıkan filmdeki bu milyon dolarlık görsel efektler, kedilerin genel olarak rahatsız edici görünmesinden başka bir his uyandırmıyor.
 


Ayrıca kedilerin bazı yerlerde minicik bazı yerlerde dev gibi görünmesine sebep olan sahne boyutlarındaki tutarsızlıklar da filmi algılama noktasında kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
 


Hepsi birbirinden ünlü olan yıldız oyuncular, bu yanlış ele alınmış projeye hayat vermek için fizikleri ve yetenekleri el verdiğince dans ederek, şarkı söyleyerek ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışsalar da herkesin ne kadar gülünç göründüğünü görmezden gelmek neredeyse imkansız.
 


Bazen iyi görünüyorlar ama kulaklar ve kuyruklar seğirip hareket etmeye devam ederken danslarına veya söyledikleri şarkıya odaklanmak gerçekten çok zor.

Haliyle bu garip görünüşlü insansı kediler dansları ve şarkılarıyla bile filmin dikkat dağıtıcı derecede korkunç olduğu gerçeğini değiştiremiyor.


Yeni bir hayat

İlk baskısı 1939’da yapılan ve Yapı Kredi Yayınları’nın İhtiyar Farenin Kediler Kılavuzu ismiyle Türkçe’ye kazandırdığı modern şiirin öncülerinden Thomas Stearns Eliot’un Old Possum’s Book of Practical Cats isimli şiir kitabından esinlenerek sahneye taşınan Cats’in hikayesini bilmeyenler için biraz özetlemeye çalışayım.
 


Victoria yakın bir zamanda sahibi tarafından bir çuvalın içinde sokağa terk edilmiş bir ev kedisidir.

Yeni ölmüş ve terk edilmiş kediler için bir araf olduğu düşünülen Londra’daki bir kuytu sokakta kendini bulan Victoria tesadüfi bir şekilde kendilerine “Jelliceler” adını veren bir kedi grubuyla karşılaşır.
 


Kediler Victoria’ya buraya her yıl düzenli olarak yapılan bir kutlama için geldiklerini ve yolda hala bu bulaşma için gelmeye devam eden Jellice kediler olduğunu söylerler.

Buradaki buluşmalarının amacı ise kediler için bir çeşit cennet olan ve onlar için yeniden doğuşu simgeleyen Heaviside isimli yer için yapılacak seçimde kendilerini ön plana çıkarmaktır.

Heaviside’a hangi kedinin yükseleceğine karar verecek olan Eski Tesniye için yapılan kedi gösterileri hikayenin ana çerçevesini belirlemektedir.
 


Böylesi bir gecede yaşamını kökünden değiştirecek olaylara dahil olan Victoria’nın gözünden seyrettiğimiz filmde her bir kedi bir şarkı söyleyerek hem Victoria’ya kendisini tanıtıyor hem de Eski Tesniye’nin kendisine yeni bir hayat vermesi için doğru kişi olduğunu göstermek için bir mücadele sergiliyor.

Ancak kendi içlerinde onların birbirleriyle olan bu tatlı rekabetini bozacak bir kedi daha vardır: Macavity.
 


Macavity isimli bu kötü kedi bu balo gecesinde seçimi yapacak olan kabilenin liderini kaçırarak Eski Tesniye’nin seçimini kendi lehine yönelik değiştirmek ister.

Olacakları engellemek ise Jelliceler kabilesinin diğer kedilerine düşer.


Sürrealist bir delilik

Doğrusu söylemek gerekirse, çok fazla karakter ve karışık bir olay örgüsü olduğu için müzikalin kafa karıştırıcı ve takip edilmesi zor bir hikayesi var.

Bir de üstüne bilgisayar üretimli imgeleme (CGI) teknolojisinin karakterlere oturmayışı ve prodüksiyon tasarımındaki gerçeküstücülük ve absürtlükler göze batınca ben şahsen her şeyi çok yorucu buldum.

Ayrıca filmdeki akış o kadar baş döndürücü bir hızda ilerliyor ki kamera hareketleri bir süre sonra bende mide bulantısına sebep oldu.
 


Andrew Lloyd Webber’in zaman zaman intihal olmakla itham edilen ya da tek boyutlu ve abartılı olduğu düşünülen müzikalleri herkesin zevkine hitap etmeyebilir. Açık bir şekilde söylemek gerekirse, içerik, prodüksiyon ve koreografi olarak baktığımda Cats müzikali bana da hitap etmeyen müzikallerden biri diyebilirim.

Bu nedenle Tom Hooper’ın zaten müzikal olarak da çok iyi olmayan bir eserden bir şeyler yapmaya çalışmış gibi bir izlenim bırakıyor.
 


Ayrıca elinde fırsatlar olmasına rağmen T.S. Eliot’un geçmişte çalışmalarını çocukça bir eğlenceye dönüşebilir düşüncesiyle Disney’e satmak istemeyişini düşündüğümde mevcut eserin çocuk kitlesine hitap edecek şekilde uyarlanmış olması şairin kendi kararına yapılmış bir saygısızlık gibi de görünüyor.
 


Bir parça avangart performans sanatı yapalım, içine bir dolu yıldız oyuncu koyalım ama potansiyel çocuk kitlesini de bir yerden yakalayalım ve bu şekilde gişe rekorları kıralım gibi bir yaklaşımla çekilmiş olan film nihayetinde anlaşılması ve takibi zor şarkı sözleri nedeniyle ne çocukları; yorucu prodüksiyon tasarımı nedeniyle ne müzikal severleri, absürt teknolojik giydirme yaklaşımıyla ne yetişkinleri tam olarak memnun edemeyecek bir film olarak sinema tarihine geçiyor.
 


Ya da bilemiyorum, belki müzikal tiyatro, dans ve performans dallarının genç hayranları ya da hayvanları veya en azından kedileri sevenler bahsettiğim bu olumsuzlukları görmezden gelerek bu filmi beğenebilir ve belki benim düşündüğüm kadar filmi kötü bulmayabilir.
 

Bilemiyorum, gidin görün, çok fazla tutarlılık beklemeyin ve arkanıza yaslanarak böylesi sürrealist bir delilik içinde eğlenmeyi deneyin.


Haftanın diğer filmleri

Ajanlar İş Başında

2009 yılında çeşitli festivallerden birincilik ödülüyle dönen, yönetmenliğini Lucas Martell’in üstlendiği “Pigeon: Impossible” isimli altı dakikalık bir kısa filmden esinlenerek çekilen Spies in Disguise, dünyanın en iyi ajanı Lance Sterling’in bir görev için kılık değiştirip güvercine dönüşmesi ve akabinde dünyayı kurtarması gerektiğinde tüm bunlar için kendisinin tam anlamıyla zıttı olan teknoloji düşkünü bir teknik eleman olan Walter Beckett’a bel bağlamak zorunda kalışını anlatıyor.

Dünyanın en harika ajanı olan Lance havalı ve süper yetenekli olmanın yanı sıra dünyayı kurtarmanın günlük işlerinden biri olduğunun farkındadır, bu işte ondan iyisi de yoktur.

Teknoloji delisi genç Walter ise Lance’in neredeyse tam tersidir. Zekasıyla göz kamaştıran Walter’ın sosyal becerileri ne yazık ki o kadar da gelişmiş değildir. Ancak Walter da sosyalleşmek konusundaki eksikliğini kapatmak için zekasını kullanmakta ve buluşlar yapmaktadır.

Walter, Lance’in tehlikeli görevlerinde kullandığı araçları icat eden bilimsel dehadır. Fakat olaylar beklenmedik bir dönüş yaptığında, Walter ve Lance aniden yeni bir şekilde birbirlerine güvenmek zorunda kalırlar. Eğer birbiriyle alakası olmayan bu ikili bir takım olarak çalışmayı öğrenemezse, tüm dünya tehlike altında olacaktır.

Biz Böyleyiz

Yönetmenliğinin yanı sıra pek çok televizyon dizisi ve sinema oyunculuğuyla da bir hayran kitlesine sahip olan, ayrıca Loş Sohbet isimli YouTube programlarıyla da oldukça ilgi çeken Caner Özyurtlu’nun yönettiği Biz Böyleyiz, ellerinde büyüdükleri Nezihe’nin rahatsızlığı sebebiyle yıllar sonra yeniden bir araya gelen bir grup yazlık arkadaşının hikâyesini anlatıyor.

Çocukluk ve gençlik dönemleri bir arada geçmiş bir grup yazlık arkadaşı, ellerinde büyüdükleri Nezihe’nin rahatsızlandığı haberiyle, İstanbul’dan İzmir’deki Nezihe’nin evine doğru yola çıkar. Yıllar sonra ilk kez birkaç günlüğüne bir arada kalmak zorunda olan, birbirine zıt karakterlerle dolu ekibi, sürpriz gelişmeler, geçmiş hesaplaşmalar ve içine düşülen birbirinden komik olaylar beklemektedir.

Bıçaklar Çekildi

Rian Johnson’ın yazıp yönettiği Knives Out, malikanedeki herkesin cinayet şüphelisi olduğu, yıldız bir oyuncu kadrosuyla seyircisini filmin sonuna kadar “Katil kim?” sorusuyla merakta bırakacak günümüzde geçen eğlenceli bir polisiye filmi.

Polisiye roman yazarlığı alanında bir deha olan Agatha Christie’ye büyük bir saygı duruşunda bulunan film, geniş fakat birbirleriyle hiç de iyi geçinemeyen bir aileyi çekip çeviren, yazdığı çok satan polisiye kitaplarla varlık içinde bir hayat süren Harlan Thrombey’nin ölümü sonrası, her biri ayrı gizemler taşıyan aile üyelerini sorguya çeken iki dedektifin soruşturmasını anlatıyor.

Tanınmış polisiye yazarı Harlan Thrombey seksen beşinci doğum günü partisinden hemen sonra malikanesinde ölü bulunduğunda, meraklı ve neşeli bir dedektif olan Benoit Blanc cinayeti çözmesi için gizemli biri tarafından işe alınır. Harlan’ın ilişkileri kopuk ailesinden, sadık personeline varana kadar herkesi soruşturmaya alan Blanc, Harlan’ın zamansız ölümünün ardındaki gerçeği ortaya çıkarmak için anlamsız kandırmacalar ve yalanlardan oluşan bir yılan hikâyesini çözmeye çalışacaktır.

Knives Out, geçmişi yaklaşık 4000 yıl öncesine dayanan ve aydınlanmaya giden yollardan biri olarak kabul edilen ve Japonya, Kore ve Çin'de hala yaygın olarak kullanılan Go isimli oyuna filmde yer veren nadir Amerikan filmlerinden biri. Bu vesileyle oyunun felsefesini korku, açgözlülük ve öfkeyi aşmanın erdemlerini aşılamanın metaforik bir aracı olarak kullanması da filmin dikkat çeken ayrıntılarından biri.

Derin Sular

Bu rol için başını gerçek anlamda traş eden Kristen Stewart’ın başrolünde yer aldığı ve Disney ile 20th Century Fox arasındaki satın alım süreci nedeniyle çekim tarihinden ancak üç yıl sonra gösterime girebilen Underwater, büyük bir deprem sonrası yeraltındaki laboratuvarları yıkılan araştırmacı bir sualtı mürettebatının güvenliği sağlamak için verdikleri ölüm kalım savaşını konu ediyor.

Film, okyanusun binlerce metre derinliğinde bulunan yeraltı laboratuvarında mahsur kalan ve hayatta kalmaya çalışırken yeni keşfettikleri tehditlerle mücadele etmek zorunda kalan bir grup su altı araştırmacısının hikâyesini anlatıyor.

Şiddetli bir deprem sonrası hasar gören yeraltı laboratuvarında çalışan bir grup su altı araştırmacısı, aylar boyunca su yüzeyinin kilometrelerce altında yaşar. Bu sürede denizin altında korkmaları gereken bambaşka bir şey ortaya çıkar.

Gamonya: Hayaller Ülkesi

Güldüy Güldüy Show Çocuk ekibinden, çekimleri; hayvanat bahçesi, vahşi yaşam alanı, çadır, karavan, kamp ve park alanları, bisiklet ve yürüyüş parkurları, doğa okulu ve orman köy alanı ile Avrupa’nın en büyük doğal yaşam alanı olan Ormanya’da gerçekleşen fantastik ve çok eğlenceli bir film daha.

Bizim Köyün Şarkısı ve Can Dostlar’da imzası bulunan Tuğçe Soysop’un yönettiği BKM yapımı Gamonya: Hayaller Ülkesi, hayal kurmayı unutmuş bir çocuk olan Umut’un, talihsiz bir olay sonrası kendisini fantastik diyar Gamonya’da bulmasıyla gelişen olayları anlatıyor.

Umut, dedesi Ahmet ile yaşayan, hayal kurmayı unutmuş mutsuz bir çocuktur. Bir gün dedesinin başına talihsiz bir kaza gelir. Bu üzücü olay onu hiç bilmediği fantastik ve rengarenk bir dünyanın insanlarıyla tanıştırır.

Bu sihirli dünyanın adı Gamonya’dır ve buranın insanları, dünyanın umutsuz çocuklarına hayal üretmektedir. Ancak Gamonya da Kötü Hortka’nın saldırısıyla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu için onların da bir umuda ihtiyacı vardır.

Umut birden hiç beklemediği bir şekilde kendini bu sihirli maceranın ortasında bulur. Gamonyalılarla birlikte tüm olumsuzluklara ve üzüntülere rağmen Umut yeniden hayal kurmayı öğrenebilecek midir?
Islıkçılar

Romanya yeni dalga sinemasının başarılı isimlerinden Corneliu Porumboiu’nun yönettiği La Gomera (The Whistlers), mafya ile iş birliğinde olan bir iş adamını hapisten kaçırmak için kurgulanan çetrefilli plan gereği Kanarya Adaları’na giden ve buraya has bir ıslık dilini öğrenmek zorunda kalan polis memuru Cristi’nin hikâyesini anlatıyor.

Bükreş’te bir polis müfettişi olan, ama kanunun her iki tarafında çalışan Cristi için hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Büyük bir soygunda çalınan otuz milyon avronun peşine düşerek hem kendi payını almak hem de soruşturmayı istediği gibi yönlendirebilmek için Kanarya’daki La Gomera adasına gelir.

Ancak istediği milyonlara sahip olabilmek için buradaki mafya üyesinin özgür kalmasını sağlaması bunun için de önce ada sakinleri tarafından kullanılan bir ıslık dilini öğrenmesi gerekecektir.

Tehlike ve büyük risk taşıyan bu oyunda ona Gilda isimli bir yerli yardımcı olur. Ancak Cristi, ona âşık olunca hiçbir şey onun planladığı gibi ilerlemez.

1928 yılında Üç Kuruşluk Opera için Kurt Weill tarafından bestelenmiş ve orijinal Almanca sözleri ise Bertolt Brecht tarafından yazılmış bir müzikal şarkısı olan Die Moritat von Mackie Messer’in filmin soundtrackinde yer aldığı, prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan, Romanya’nın Oscar adayı olarak seçilen ve daha önce birçok festivalden ödülle dönen La Gomera, suç ve komediyi harmanlayan çarpıcı bir kara film.

Matthias ve Maxime

Xavier Dolan imzalı Matthias et Maxime, çocukluk arkadaşı olan Matthias ve Maxime’in, aralarındaki ilişkiyi sorgulamalarına sebep olan bir olay sonrası yaşadıklarını anlatıyor.

Matthias ile Maxime, çocukluktan bu yana sıkı arkadaştır. Rol aldıkları bir kısa film için öpüşmeleri gerekince arkadaşlıkları sarsılır. Kısa sürede aralarına alışık olmadıkları bir şüphe girer ve hayatları değişir.

Xavier Dolan’ın yeniden Cannes ana yarışmasında yer almasını sağlayan bu film şimdiden genç yönetmenin en iyi yapıtları arasında sayılıyor.

Otuz yaşına basan Dolan’ın Maxime rolünü üstlendiği bu duygusal dramda ayrıca Mommy’deki anne rolüyle tanıdığımız Anne Dorval da rol alıyor. Yirmili yaşlarının sonuna yaklaşan Quebec’li bir arkadaş grubunu gözlemleyen Matthias ve Maxime, erkekler arasındaki dostluk, yakınlık, cinsel belirsizlik konularına değinirken şu soruları da soruyor: “Ben kimim? Bir başkası gibi mi davranıyorum?”

Kendisini bir gözlemci olarak tanımlayan ve insanlar hakkında her şeyi sevdiğini belirten genç yönetmenin çektiği ilk film “I Killed My Mother” ile 23 ödül alıp, sonrasında gelen on bir yıllık sinema kariyerine 2 kısa, 8 uzun metrajlı film ile 70’den fazla ödül sığdıran Xavier Dolan kendisinden söz ettirmeye devam edecek gibi görünüyor.

Rem

2017 yılında Gazi Üniversitesi ve Türk Dil Kurumu’nun düzenlediği bir kamu spotu yarışması için çektiği Alt Yazı isimli kısa filmi ile finalistler arasına giren Berk Aygül’ün kariyerindeki üçüncü uzun metrajlı filmi olan Rem, geceleri anlam vermediği ataklar geçiren Defne ile sevgilisi Kaan’ın bu olaylar karşısında yaşadıklarını anlatıyor.

Defne ve Kaan tatil için gittikleri yazlıkta, Defne’nin geceleri bir süredir yaşadığı ancak açıklanamayan olaylar sıklık kazanır. Kaan’a ve ilişkisine daha fazla zarar vermekten çekinen Defne sorunu ve geçmişi ile yüzleşmek için sessiz sedasız Kaan’ın hayatından çıkar. Bunun üzerine çaresizliğe kapılan Kaan, kuzeni Kemal ile yaşananları çözmek için Defne’nin annesinin yaşadığı köye giderler ve olaylar daha da karmaşık bir hal alır.

Sıfır Bir

Aynı isimli dizinin sinema filmi olan Sıfır Bir, Adana’yı geride bırakıp yeni bir yaşam için İzmir’e gelen Savaş ve arkadaşlarının burada yaşadıklarını anlatıyor.

Adanalı çete lideri Savaş, yanında yakın dostları Cihat ve Azad ile yaşadığı gayrimeşru hayatı geride bırakıp yeni kimlikleriyle İzmir’e yerleşmiş ve bir oto yıkamacı açmışlardır. Adana’da işlerin ve mahallenin başında bıraktıkları Cengolar, hatırı sayılır ağabeyler olma yolunda ilerlemektedirler.

Savaşlar gayrimeşru hayata geri dönmemeye ve ellerine silah almadan yaşamaya kararlıdırlar. Ta ki küçük kız çocuğu, Melek, bir otel odasında annesini organları alınmış, ölmek üzere iken bulup, bunu yapan kötü adamlar tarafından taciz girişimine uğrayıp, peşindeki adamlardan kaçıp oto yıkamacıya, Savaş ve dostlarının yanına sığınana dek.

Bir grup sinema ve Adana sevdalısının, düşük bütçeyle zor şartlarda çekip dijital platformlarda yayınlamaya başladığı, Adana’nın en namlı semtlerinden Hürriyet Mahallesi’nin sert yüzünü anlatan ve altı sezon süren “Sıfır Bir - Bir Zamanlar Adana'da” isimli dizide olduğu gibi filminin senarist ya da senaristlerinin sır gibi saklandığını ve alışılmışın aksine açıklanmadığını biliyor muydunuz?

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU