Savaş ve zorunlu göç bağlamında kadınların onurlu hayat mücadelesi

Prof. Dr. Emel Topcu Independent Türkçe için yazdı

Bosna Savaşı “görünmeyen çocuklar” çıkardı ortaya. Tecavüze uğramış kadınların çocukları.  

Olay ve sonrasında hem kadınlar hem çocuklar mağdur olmasına rağmen kendilerini suçladılar, depresyona girdiler, toplum tarafından dışlandılar ve genelde susmak, kabullenmek, gizlenmek zorunda kalıp yok olmak istediler.

Bu insanlık tarihi boyunca böyleydi. Güçlü taraf, zayıf tarafın, erkeklerini öldürüp kadınlarına tecavüz ederek aslında bir soykırım gerçekleştirmektedir. Yani tecavüz, savaşta bir silah olarak kullanılmaktadır. 

Savaş aynı zamanda zorunlu göçlere kapı açan, insanları kitleler halinde daha güvenli bölgelere harekete geçiren bir olgudur.


Kadınlar ve çocuklar bu zorunlu göç esnasında erkeklere kıyasla daha farklı, daha özel zorluklar yaşamaktadırlar.

Birleşmiş Milletler 2019 raporuna göre, şu an dünyada 272 milyon insan doğduğu yerden başka bir yerde ikamet etmekte ve ayrıca 70 milyon insan da zorunlu göçe maruz kalmış bulunmaktadır. 


Tecavüz savaş suçu

Savaşın en büyük mağdurları kadınlar ve çocuklardır.

Bosna Savaşı’nın da en büyük mağdurları kadınlar ve çocuklardı. Ama bu kaderi değiştirmek adına önemli bir dönüm noktası oldu Bosna Savaşı.

Savaş sonrası kadınların verdiği mücadele ile tecavüz ve cinsel taciz insanlığa karşı işlenmiş bir savaş suçu olarak kabul edilmiştir. Bu tarihte bir ilktir.  

Savaşta 60 bin civarında kadın tecavüze uğrarken 3 bin civarında erkek ve erkek çocuğu aynı duruma maruz kaldı.

Bu durum aynı döneme denk gelen diğer savaşlarda da farklı değildi.

BM uzmanları Sierra Leone (1991-2002) iç savaşında 60 binden fazla, Liberia’da  (1989-2003) 40 binden fazla ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde 1998’den beri en az 200 bin kadının tecavüze uğradığını tahmin etmektedir.

Ruanda’da ise 1994 yılında 100 bin -250 bin arası kadının tecavüze uğradığı düşünülmektedir.


Birleşmiş Milletler harekete geçiyor

Savaş sırasında Müslüman kadınların toplu tecavüzlere maruz kalması batı dünyasında birçok gazetede haber olarak çıkmaya başlamıştır.

Ancak 18 Aralık 1992 tarihinde BM Güvenlik Konseyi bu konuyu ele alarak “Bosna_Hersek Savaşı’nda kadınlara, özellikle Müslüman kadınlara karşı uygulanan toplu ve organize, tecavüz ve tutuklamaların uluslararası bir suç” olduğunun değerlendirilmesi gerektiği üzerinde durmuştur.

Daha sonra 1993 yılında, Uluslararası Yugoslavya Ceza Mahkemesi (ICTY), 1994 yılında da Uluslararası Ruanda Ceza Mahkemesi (ICTR) tecavüzü insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak kabul etmiştir. 


Savaş ve zorunlu göçe karşı kadın dayanışması

Müslüman kadınların toplu tecavüzlere uğradığını basından öğrenen İtalyan asıllı, şu an Almanya’da yaşayan kadın doktoru Monika Haueser, 1992 yılı sonbaharında kendi güvenliğini de tehlikeye atarak Bosna-Hersek’e gelmiş ve Bosnalı doktor ve psikolog diğer 20 kadınla savaş mağduru kadınlara yönelik bir merkez açmak üzere harekete geçmiştir.

Konuyu projelendirip uluslararası örgütlere sunmuş ve daha sonra Almanya’da bir kampanya başlatarak 750 bin mark toplamışlardır.

Böylece Medica şehrindeki Medica-Zenica 4 Nisan 1993 tarihinde hayata geçirilmiştir.

Monika Haueser bu çalışmalarını hala devam ettirmekte olup savaş bölgelerine yardıma koşmaktadır.
 

Monika Haueser Medica-Mondiale.jpg
Monika Haueser / Fotoğraf: Medica-Mondiale (medicamondiale.org)


Medica-Zenica’nın ardından, Medica-Mondiale adında bir kurum oluşturulmuş ve 1999 yılında Kosova’da daha sonra Kongo, Liberya ve Afganistan’da da yeni Medica’larla devam ettirilerek, 70 bin civarında kadına yardım edilmiştir.

Şu an merkezi Almanya Köln şehrinde olan Medica-Mondiale, diğer Medica’larla koordinasyon içinde çalışmaktadır; ama asıl amaç sürdürülebilirlik olduğu için her Medica şubesi belirli bir süre sonra yardımlarla değil, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmaktadır. 


Mültecilikten dünya kadın liderliğine

Savaş sırasında Zenica şehrine ailesi ile birlikte mülteci olarak sığınıp kamplarda yaşamaya başlayan Sabiha Husic, o zamanlar genç bir kız olmasına rağmen, kamptaki kadınlara yönelik bir yardımda bulunmak adına dini sohbetler başlatmıştır.

Bu sohbetlerde kadınlar aynı zamanda savaş tecrübelerini paylaşıp yaşadıkları problemlere dini cevaplar bulmaya çalışmaktadırlar.

Medica-Zenica psikologlarının kampa yaptığı bir ziyarette Sabiha Husic, yaptığı bu eylemin aslında bir terapi metodu olduğunu öğrenir.

Aynı faaliyetleri yapmak üzere Medica-Zenica’ya davet edilir. Sabiha Husic, bir mülteci olarak girdiği Medica-Zenica merkezinde daha sonra terapist olarak çalışmaya başlayıp 2006 yılında yönetici olur.

Asıl amacı sürdürülebilirlik olan Medica projesine göre, 2007 yılında bağımsız olarak ayakta kalmaya çalışan Medica-Zenica müdürü olarak verdiği mücadelelerle şu an merkez başarılı ve bağımsız bir şekilde varlığını sürdürüp faaliyetlerine devam etmektedir.
 

Sabiha Husic AA.jpg
Sabiha Husic / Fotoğraf: AA


Sabiha Husic halen merkezin müdürü olup yaptığı başarılı çalışmaları ile 2014 yılında Dünya Kadını ödülüne layık görülmüştür.  


Ajna Jusic: Annemin kahramanlığının ölçüsü yok 

Ajna, 1993 yılında Medica-Zenica’da, tecavüze uğramış bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelir.

Resmi kayıtlara, tecavüz sonucu doğmuş bebek olarak kaydedilir. Bu tarihte bir ilktir. Ancak böyle bir ilk olmak Ajna’ya hayatı hiç de altın tepside sunmamaktadır.

Ama annesi sahip çıkar Ajna’ya. Çocuğunu diğer çocukların ve komşuların zorbalığından korumak için sürekli ev değiştirirler. 

Tecavüz sonrası dünyaya gelen bebeklerin, anneleri tarafından kabul edilmeleri bütün çocuklar için geçerli değildir. Birçok anne durumu kabul edemeyerek doğurdukları bebekleri yetimhanelere bırakmışlardır.

Zenica müftüsü, doğan bebeklerin ve annelerinin masum olup, saygı görmeleri gerektiği konusunda fetva vermiştir; ama bu yine de uzun süre terapi görüp, doğurduğu çocuğu sahiplendiği zannedilen bir annenin, onu bir gece yarısı Medica-Zenica’nın penceresinden atlayıp yakındaki nehre atmasına engel olamamıştır. 
 

Ajna Jusic Sarajevo Times.jpg
Ajna Jusic / Fotoğraf: Sarajevo Times


Ajna, hayatında yaşadığı bütün zorluklara rağmen bunu bir liderliğe dönüştürüp, kendisi ile aynı durumda olan kişileri bir araya getirerek “Savaşın Unutulan Çocukları” derneğini kurmuş ve bu alanda bütün gücü ile çalışmaktadır. 


Savaş mağduru kadınlara özel durum; “savaş gazisi”?

Medica-Zenica sadece bir terapi merkezi değil, aynı zamanda bir hareket, aktivism merkezi olarak faaliyet göstermektedir.

Burada terapi gören kadınlar asıl suçlunun kendileri olmadığının farkına varıp; “Parmağını benim üzerimden çek ve bu işin asıl failine yönelt” deme cesaretini göstermektedirler. 

Savaşı yaşayan Bosnalı kadınlar, hızla sivil toplum kuruluşları şeklinde örgütlenmiş ve bu STK’lardan 20 tanesi, yaptıkları kampanya ile savaş mağduru kadınlara özel statü verilmesini isteyerek 50 bin imza toplamışlardır.

Bu aktivist kadınlar, meclisteki kadın milletvekilleri ile görüşmüş, onlardan erkek milletvekillerini de bu konuda ikna etmelerini istemiş ve verilen üç yıllık bir mücadeleden sonra, Bosna-Hersek Parlamento’su, savaşta uğradıkları tecavüz ve cinsel taciz saldırıları ile yaşama mücadelesi veren kadınlara “özel durum” sağlamıştır.

Böylece bu kadınlardan hem resmi olarak özür dilenmiş, hem de nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar, ücretsiz sağlık sigortası ve tazminat almışlardır.

Böylece Bosna Savaşı tarihte diğer bir ilke imza atmıştır. 


Zorunlu göç, kamplar ve kadınlar

Zorunlu göç esnasında kadınların, erkeklere göre daha özel durumları vardır. Aylık periyotları, hamilelik durumları özel ihtiyaçlar gerektiren durumlardır.

Bu durumlar her şeyin yolunda gittiği zamanlarda bile kadınları zorlarken, savaş ve zorunlu göç sırasında daha da zorluklar oluşturmaktadır.

Kamplardaki hijyenik koşullar, mekan darlıkları dolayısı ile tanımadığı kadın ve erkeklerle bir arada yaşamak zorunda kalmak, kadın erkek ayrımı olmayan tuvalet ve duşlar, bunların hem yeterli sayıda olmayıp hem de hijyen bakımından çok kötü durumda olması kadınların durumlarını iyice zorlaştırmaktadır.

Bunun yanında tecavüz ve cinsel saldırıya uğrama kamplarda ve göç yollarında da devam etmektedir.

Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin başşehri olan Goma yakınlarındaki bir mülteci kampında kalan 14 yaşındaki bir kız çocuğu, komşusunun saçını keserken, görevliler onun kamp bölge müdürü tarafından çağrıldığını iletir.

Kız, niyeti anladığı için bu çağrıyı komşusunun da kendisine yardım edeceğini umarak reddeder.  

Biraz sonra bazı görevliler gelip kızı zorla müdürün odasına götürürler. Hepsi beraber kızı döver, bağlar ve tecavüz ederler.

Kız kendini savunmaya çalışır, çığlıklar atar. Çığlığı duyan, insan hakları gençlik kulübü üyelerinden birisi gelir durumu fotoğraflar.

Fotoğrafları kampın genel yöneticisine gösterdiğinde yönetici onu dinlemek istemez.

Durum daha sonra mülteciler milli konseyi yöneticisine ulaştırılır, ama o da çok ilgilenmez.

Bu arada haber yayılır. Faillerle mağduru uzlaştırmaya çalışırlar. Hatta mağdur uğradığı baskılarla uzlaşmaya yanaşır.

İnsan hakları kulübü üyesi genç gelişmelerden memnun değildir ve bu arada kampı ziyarete gelen PAIF adlı Kadın Girişimlerine Tanıtım ve Destek (Promotion et Appui aux Initiative Feminines) grubu üyelerine durumu anlatır.

Kız hala faillerin elinde tutsaktır. Polis devreye girer kıza psikolojik ve tıbbi destek sağlanır ve uzun bir terapiye alınır. 


Suriye Savaşı, zorunlu göç ve kadınların yaşadıkları zorluklar

Suriye Savaşı sırasında kadınların uğradıkları taciz ve tecavüzler çok fazla gündeme gelmeyip sayıları da bilinmemektedir.

Birleşmiş Milletler'in 15 Mart 2018 tarihli 29 sayfalık raporuna göre, rejim güçleri, muhalifleri cezalandırmak adına kadınlara, genç kızlara ve erkelere karşı tecavüzü araç olarak kullanmışlardır.

Rapor, olayın mağduru, görgü tanığı, akrabaları, avukatları ve doktorlarla yapılan 454 derinlemesine mülakatlarla oluşturulmuştur.  

Rapora göre muhalif gruplar da tecavüzü bir silah olarak kullanmalarına rağmen, rejim güçlerinin faillerine göre çok daha düşük seviyede bulunmaktadır.

Yine rapora göre, DAEŞ, kadın, erkek ve çocukları zina yapmak suçundan idam etmiş, küçük kızları evlenmeye zorlamış ve eşcinselleri cezalandırmıştır. 

Rejim güçleri, özellikle savaşın ilk yıllarında ev aramaları esnasında kadınlara ve erkeklere tecavüz ederken, daha sonra kontrol noktalarında, tutuklama merkezlerinde tecavüz etmişlerdir.

Tecavüze uğrayanların en genci 9 yaşındaki bir kız çocuğudur. 

Son zamanlarda sosyal medyada dolaşan ve bir DAEŞ görevlisi tarafından 14 yaşında kendisine zorla nikah kıyılan Aşvak Hacı Hamid, çekilen hesaplaşma videosunda “Bunu bana neden yaptın? Çünkü ben Yezidi'yim değil mi? Senin bir kız kardeşin var mı? Hislerin var mı? Onurun var mı? Hayatımı mahvettin. Beni istismar ettiğinde 14 yaşındaydım. Senin çocuklarının yaşındaydım. Hayallerimi çaldın. Bugün adaletsizlik, kahır ve yalnızlık yaşamanın sırası sizde" deyip bayılmaktadır. Fail ise hala dimdik ayaktadır. 


Bütün yaşananlara rağmen hayatta kalma mücadelesi ve barış için çalışma

Görüldüğü gibi kadınlar, savaşı kendileri çıkarmadıkları halde en büyük yükünü taşımakta, daha sonra da hayatta kalma mücadelesi vermektedirler.

Kadınlara yapılan saldırıların travmaları, sadece onlarla sınırlı kalmamakta daha sonraki nesillere de aktarılmaktadır.

Özellikle travmalar tedavi edilmediği sürece diğer nesiller olayı bilmese bile ağırlığını yaşamaktadır.

Yani travma nesilden nesile transfer edilmektedir. Bu yüzden savaş mağduru kadınların gerekli terapi desteklerini almaları konusunda özen gösterilmelidir. 

Ancak maalesef bu konuda genelde fazla çalışma yapılmamakta; ama kadınlar, yaşadıkları bütün olumsuzluklara rağmen, savaş sonrası, genel toplum barışı için çalışarak, hem kendi tedavilerine, hem de toplumun huzuruna katkı sağlamaktadırlar.

Makalede adı geçen Sabiha Husic, Ajna Jusic bu kahraman kadınlara güzel örneklik teşkil etmekle beraber, bu makalede sınırlılıklar dolayısı ile isimlerinden bahsedemediğimiz ve haklarında kitaplar yazılması gereken birkaç kadından, özet olarak da olsa bahsetmekte fayda vardır.

Muna İsmail, Somali iç savaşı sebebi ile 17 yaşında mülteci olup, şu an çalıştığı ve dünyada 60 ülkede faaliyet gösteren IofC derneğinde, göçmen ve mültecileri aktif vatandaşlar olarak değerlendiren programın yöneticisidir ve dünya çapında sosyal uyuma katkı sağlamaktadır. 
 

Muna İsmail IofC.jpg
Muna İsmail / Fotoğraf: IofC 


Bir başka kahraman kadın, 2 Şubat 2002 yılında Suriye’deki Hama’da gerçekleşen katliam sonrası babalarını kaybetmeleri üzerine, yedi yetim çocukla yollara düşen annesi ile beraber mültecilik hayatına başlayan Jomana Bazboz, daha sonra Ürdün’e yerleşip üniversite hayatını bitirdikten sonra, dernekler kurarak aynı durumdaki kadınlara yardım etmeye başlamıştır. 

Şu an Gaziantep merkezli Kadın Destekleme Derneği Müdürü olan Bazboz, birçok Suriyeli kadına liderlik eğitimleri veren programları yönetmektedir. 
 

Cenevre Barış Haftası.jpg
GVA PeaceWeek (Cenevre Barış Haftası) Suriye diyaloğu programı kapsamında Jomana Bazboz (ortada) konuşma yapmıştı / Fotoğraf: Twitter @McCandlessErin


Kadınların barış için çalışması, sadece kendilerinin savaşa maruz kalmaları ile değil, yüksek empati yetenekleri ile kendileri savaşı yaşamasalar bile, mağdur kadınlara kucak açarak ve onlara yeni geldikleri ülkelerde ev sahipliği, arkadaşlık, dostluk yaparak da gerçekleşmektedir.
 

Nezahat Albay  Karar.jpg
Suriyel savaş mağduru kadın ve çocuklara destek olmak için yaptıkları ev ziyaretlerinden birinde Nezahat Albay (sağdan ikinci) / Fotoğraf: Karar


İşte bu noktada Ankara Solfasol’da Gönüllüler Grubu kurucusu tarih öğretmeni Nezahat Albay’ı ve grup arkadaşlarının adını son olarak zikretmekte yarar vardır. 

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU