Sınır çatışması mı varoluş savaşı mı?

Çatışmaların çoğunun para ve mülkiyet hırsı etrafında yaşandığını biliyoruz

İsrail şiddetine karşı direniş gösteren Filistinli gençler / Fotoğraf: AA

Müslümanların çoğunun, Roger Garaudy’nin ‘açık İslam fikrini’ seveceğini düşünüyorum.

Fransız Müslüman düşünür Garaudy, İslam’ın her kesime ve her düşünceye tahammül edip hoşgörüyle yaklaştığını savunuyordu.

Özellikle; insanlık tarihine ve insanlığın gelişimine katkısı olan bilim insanları, filozoflar, reformistler ve mucitler bu hoşgörü kapsamında değerlendirilebilirdi.

Bu düşünce bir başına cazip ve ilgi çekicidir, karşıt düşüncelere ve farklılıklarına rağmen insanlarda egemen olanın kötülük değil iyilik olduğunu görmemizi sağlar.

Her iyi insan, kendisi gibi diğer tüm insanların da iyi olma eğiliminde olduğuna, iyiliği somutlaştıran eylemlerde bulunabileceğine inanır.

Bu yüzden böylesi insanlar, ellerini kendi milletine mensup olmasa da başkasının elinin üstüne koymakta bir beis görmezler.

Pazar yerinde toplanan insanları ele alalım, binlerce insan satıcı ya da alıcı olarak pazara gelir, hiç kimse bir diğerine inançlarını sosyal konumunu sormaz, pazarda ürünün kime ait olduğu da sorulmaz.

Gerçi mesele bu kadar basit değil, örneğin ABD'yi ele alalım; ABD kurulduğu günden bu yana bilimsel kalkınmasını ve ekonomik refahını göçmenlere borçludur.

Bununla birlikte, şu anki Başkan Donald Trump'ı Beyaz Saray'a taşıyan sloganları hatırladığımızda, seçmenlerin yeni göçleri durdurmasını ve göçmenleri kapı dışarı etmesini istediğini görmüştük.

Yaşlı kıta Avrupa’da da durum bundan çok farklı değil, iş gücü olarak ihtiyaç duymasına rağmen yükselen sağ siyasetçiler göçmen karşıtlığını gün geçtikçe daha çok vurguluyor.

Bu mesele, İslam ve Arap dünyasında da artık Batı'dan çok farklı değil.

Artarak tekrarlanan mezhepçi, milliyetçi ve kabileci çatışmalardan, yukarıda andığımız ‘iyilik ve güven’ düşüncesinin toplumlarda güçlü yer edinmediğini anlıyoruz.

Bu konuda ilerleyen ülkelerle geri kalmış ülkeler arasında da fark yok.

Meşhur filozof Jean-Jacques Rousseau ‘Toplum Sözleşmesi’ kitabında; insanlar arasındaki çatışmanın, mülkiyet kavramının ve dolayısıyla bireysel çıkarın ortaya çıktığı durumlardan kaynaklandığını yazmıştı.

Çatışmaların çoğunun para ve mülkiyet hırsı etrafında yaşandığını biliyoruz, peki ya, konusu din ya da ideoloji olan çatışmalar?

Soruyu daha net bir şekilde tekrarlayalım: İnsanlar doktrinler ve dinler üzerinde kavga ediyorlar, ideoloji ya da dinlerinin bir tür mülk olduğuna mı inanıyorlar, yani dinlerini savunurken mülklerindeki herhangi bir şeyi savunduklarını mı düşünüyorlar?

Bence bu çoğu durumda güçlü bir olasılık. Ancak dini çatışmaların daha geniş kapsamlı başka bir nedeni de var; Dinin ilahi bir mesajdan sosyal kimliğe dönüştürülmesi.

Bu durumda, din ve benlik arasındaki mesafe kaybolur.

Bir kişinin dinine veya ideolojisine dokunmaya kalktığınızda bunu aleyhine düzenlenmiş bir saldırganlık, kişisel bir meydan okuma olarak algılıyor ve bu nedenle sadece mülkiyetini değil kendi varlığını savunmak adına çatışmaya giriyor.  

Değerli okuyucularımız merhum Yaser Arafat’ın İsrail’e karşı direnişte sık sık kullandığı şu sloganı belki hatırlayacaklardır; "Bu bir sınır savaşı değil, varoluş savaşıdır."

Çıkar çatışmaları, bir kişi ile rakibi arasındaki sınırlar üzerinde yaşanan çatışmalardır.

Varoluşsal çatışmada ise benlik (bireysel ya da kolektif) birincil hedeftir, buna bağlı olarak ‘hayatta kalma güdüsü’ bu çatışmanın itici gücüdür.

Liderler de kitleleri çatışma alanlarına sürmek isterken tam olarak bu noktaya odaklanır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU