Biz yüzleştik ama toplumun diğer kesimleri ya da olaya dolaylı ya da direkt müdahil olmuş insanlar asla ve asla bu konuda ağızlarını açmadılar ve birbirlerinin ayıbını örttüler"
Böyle diyor Öner Altunkaş. 45 yıl öncesinden, 16 Mart 1978'den bahsediyor.
Neredeyse yarım asır önce henüz genç bir öğrenciyken tanık oldukları, Türkiye toplumsal hayatına kara leke olarak geçecek olaylardan yalnızca biriydi. Türkiye'de kontrogerillanın kendisini ayan beyan göstermesi bakımından ise neredeyse ilk. 12 Eylül 1980 darbesine adım adım yaklaştığı günlerdi. Dünyanın doğu-batı ya da sosyalist-kapitalist bloklarla kamplaştığı bir süreç, bu tablonun Türkiye’ye izdüşümü ise sağ-sol kavgasıydı.
Öner Altunkaş'ın İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önündeki 7 arkadaşının üzerine bomba atılacak, hepsi hayatını yitirecekti.
Hukuk ve iktisat fakültesi öğrencileriydi ölenler, 3'ü dönemin TİP (Türkiye İşçi Partisi), 3'ü İGD (İlerici Gençler Derneği), 1'i ise DEV-GENÇ üyesiydi.
Yaşamını kaybedenlerin yanı sıra 41 öğrencinin de yaralandığı saldırıda kullanılan bombayı dönemin Ülkü Ocakları 2. Başkanı Abdullah Çatlı'nın temin ettiğini söyleyen itirafçı Ali Yurtaslan ile olayların tanığı Öner Altunkaş aynı yaşlarda.
Öğrencilerin üstüne bombayı "Kahrolsun komünistler!" diye bağırarak atan saldırgan Zülküf İsot ise yaşamıyor.
Olayın failinin ablasına teslim olacağını söylemesinin ardından bir başka ülkücü Latif Atkı tarafından Elazığ'da öldürüldüğü öne sürülüyor.
"Bir önce geri dön dedi"
"Arkadaş grubunu ben yurttan aldım. İstanbul Üniversitesi'ne kadar götürdük içeri, soktuk. Orada kalmayı, beklemeyi düşünüyordum. Hatice arkadaşım 'Bir an evvel geri dön' dedi. Yurda döndüm, aradan birkaç saat geçti. Bombanın patladığı ortaya çıktı" diye anlatıyor o günü 78'liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Katliamın 45. yıl dönümü her sene olduğu gibi yerinde.Yıllardır adalet talebini getiren isimlerden biri Can. Hatice diye andığı kişi ise Hatice Özen; saldırıda hayatını kaybeden öğrencilerden, kısacası arkadaşı.
Beyazıt Meydanı önünde ''Beyazıt komünistlere mezar olacak!" sloganın atıldığını anımsıyor. "Dosya kapandı ama toplumun mahşeri vicdanı derinden yaralayan bu tür olaylar unutulmuyor" diyor Celalettin Can.
Emniyet saldırıyı önceden biliyordu
16 Mart Katliamı'nın yıl dönümünde, olup bitenleri lanetlemek isteyenler sadece dünün öğrencileri değil.
Bugünün öğrenci örgütleri de katliamın gerçekleştirildiği yerdeydi. Aradan geçen onca zamana karşın süregelen hukuksuzluğa karşı bir kez daha adalet talebiyle bir araya geldiler.
Emniyet arşivine 7 Mart 1978 tarih, "1.D.2.12780" koduyla girip resmiyet kazanan bilgi notunda belirtilen yer ve tarihte gerçekleşen katliama neden engel olunmadığını bir kez daha sordular.
Öğrenciler açık hedef haline getirilmişti
Katliamın tanıkları günler öncesinden Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ulaşan ihbarlara rağmen 16 Mart günü normal şartlarda olması gereken güvenlik önlemlerinin alınmadığı ve öğrenci kitlesinin kasıtlı olarak Süleymaniye kapısı yerine ana kapıdan çıkartıdığını söylüyor.
Yani "açık hedef" haline getirildiğini anlatıyorlar.
Uzun yıllara yayılan dava sürecinde ortaya çıkan bilgiler ışığında eylemde kullanılan bombanın askeri envanterde kayıtlı olduğu artık sır değil.
O gün katledilen öğrencilerle yıllar sonra aynı üniversitenin kapısından girip çıkan öğrencilerden biri ise Ali Zafer Yurtseven.
45. yıl dönümü anmasına katılan Yurtseven, benzer acıların tekrarlanmaması için katliamın unutulmaması gerektiği kanaatinde:
16 Mart 1978’de katledilen Beyazıtlı öğrencileri anmak için ve mücadelelerini yaşatmak için bugün buraya geldim. Böyle şeylerin bir daha asla yaşanmamasını sağlamak istiyoruz"
Kontragerilla, beraatler, zaman aşımı, yok edilen bir dava...
Yukarıdaki başlık son 45 yılın özeti gibi aslında.
Olaya ilişkin yakalanan ve o dönemde İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde yargılanan Sıddık Polat beraat etti.
Katliamın üzerinden 17 yıl geçtikten sonra Zülküf İsot'un babası, annesi ve kız kardeşlerinin verdiği bilgi doğrultusunda, haklarında yeni dava açılan eski polis memuru Mustafa Doğan ile Latif Aktı ve Özgün Koç'un, "Taammüden (kasten) adam öldürmek ve yaralamak" suçlarından 7'şer kez idam ve 41'er kez 20'şer yıldan az olmamak üzere ağır hapis cezasına çarptırılmaları isteniyordu.
Katliamın ardından başlayan yargılama 12 Eylül askeri darbesinin araya girmesiyle hasır altı edildi.
Aradan geçen yıllarda 16 Mart Davası, Susurluk yargılaması sürecinde yine raflardan indirildi.
İstanbul 6. Ceza Mahkemesi'nin 20 Ekim 2008'de dava için aldığı zaman aşımı kararı ise Mart 2010'da Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından onanınca dosyadan adalet çıkmadı.
Zaman aşımı süresi dolduğu gerekçe gösterilerek ortadan kaldırıldı.
Bir başka deyişle aradan geçen 45 yılda azmettiriciler gölgede kaldı, tespit edilen suçlular zaman aşımı gibi çeşitli gerekçelerle hukuk duvarlarının ardına saklanmayı başardı.
78'liler Girişimi'ne göre bu haliyle olay bir kontrgerilla vakası, hatta bu noktada Türkiye'deki ilk örneklerden biri.
İç ve dış sorumlularının bugüne kadar yargıdan kaçtığını ve olayın üstünün örtülmek istendiğini dile getiren girişim üyeleri "Suç ilişkileri MİT’e, emniyete ve askere kadar uzanıyordu. Her üç kurumda mahkemeye hiçbir bilgi vermedikleri gibi bu yollu en küçük çatlağı süratle kapattılar" diyor.
Bir Türkiye klasiği
Türkiye kendi geçmişiyle yüzleşmenin sancılarını yaşamaya devam ederken, acılar farklı suretler ve olaylarla tekerrür ediyor gibi görünüyor.
Beyazıt bazen Ankara Garı oluyor bazen Roboski (Uludere).
Abdullah'lar bazen küçük Veysel'ler oluyor kimi zaman ise Şiwan...
Dosyalar kapanıyor, infazcılar katlettikçe yükseliyor, geçmişle yüzleşilmiyor, fasit bir dairenin içinde öylece dolaşılıyormuş gibi hissediliyor.
En azından her yıl Beyazıt'ta anmaya gelenler böyle düşünüyor.
© The Independentturkish