Son zamanlarda Millet İttifakı içinde adayın kim olacağı konusunda yürütülen spekülasyonlar azalmaya başladı.
Bunun nedeni ise hem muhalif kamuoyu hem de altılı masanın üzerinde uzlaştığı bir ortak adayın varlığından ziyade, Kılıçdaroğlu'nun çıkışları ve etrafında kümelenenlerin onun isminden başka hiçbir potansiyel adayın adını dahi duymaya tahammüllerin olmaması.
Bu, öyle bir hâle geldi ki, Kılıçdaroğlu'nun mutlaka aday olması gerektiğini söyleyen hemen hemen tüm parti elitleri ya kapalı kapılar ardında ya da kamuoyu önünde diğer potansiyel adayları itibarsızlaştırma kampanyası başlattılar.
Başka bir ifadeyle, Kılıçdaroğlu'nun adaylığını onun "mutlak iyi" olmasına bağlarken, diğerlerinin niye aday olmaması gerektiğini ise onların "mutlak kötülüğü" üzerinden açıklamaya başladılar.
Öyle ki, Kılıçdaroğlu aday olsa da muhalefetin ve seçim sürecinin en önemli aktörleri olacak olan bu kişilerin ne ihaleciliği kaldı ne de rantçılığı. Bu isimlere karşı neredeyse iktidar kadar büyük bir itibarsızlaştırma kampanyasına girişildi.
Bu öyle bir ruh hâli ki, Türkiye'de itiraz ettiğimiz cinnet hâlinin, yani liderin tartışılmazlığının ve prütenliğinin herkesçe kabul gördüğü ve buna itiraz edenlerin de afaroz edildiği ortamın muhalefete yansıması adeta.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu ruh hâli bana iktidar partisinin Türkiye'ye bir demokratikleşme programı sunmaktansa geçmişteki vesayetle mücadele edişini hatırlatarak kendisini doğası gereği demokrat, karşısındakini de doğası gereği vesayet odağı ilan etmesini hatırlatıyor ister istemez.
Yani Kılıçdaroğlu'nun mutlak demokrat, mutlak iyi ve aday olması gereken tek kişi olarak lanse edildiği bu ortamda; karşısındaki her potansiyel aday bunun tam tersi ilan edilmek zorundaymış gibi bir cinnet ortamının içindeyiz.
Ancak demokrasi, aynılıklar ve farklılıkların çatışmasıyla ayakta kalan bir rejimdir. Birisini ya da bir hareketi biricikleştirmek de iktidar yapınca kötü, muhalefet yapınca iyi değildir. Demokrasinin aksine türdeşliği dayattığı için kategorik olarak kötüdür.
Ayrıca kamuoyu, CHP Genel Merkezi ve Kılıçdaroğlu'na muhalefetin adayıymış gibi şans verdiği uzun bir evreden geçtik. Ancak bu süre içinde CHP'li siyasi elitler, Kılıçdaroğlu'nun "doğal adaylığından" başka hiçbir cevap veremediler ve değil kararsız seçmeni, muhalif kamuoyunun ekseriyetini bile bu adaylığın gerekliliğine ikna edecek argümanlar geliştiremediler.
Bunun aksine, yaptıkları yegane şey, kendi argümanlarını üreterek diğer olası adayların neden aday olması gerektiğini savunanların üstüne çullanmak oldu.
Dolayısıyla değil argüman geliştirmek, diğer olası adayları destekleyenlerin argümanlarına bile karşı argüman geliştirmeye tenezzül etmeyecek kadar partideki iktidarlarının konforuna yaslanıp, altılı masaya adaylık dayatmayı tercih ettiler.
Muhalefetin diğer olası adayları ve bu isimlerin etrafında kümelenen ve 20 yıldır bir şekilde bedel ödeyenler marjinalize edilirken; buna karşın Etyen Mahçupyan gibi, biraz utangaç ve sürece yayılmış bir yüzsüzlükle "Kılıçdaroğlu olmazsa Erdoğan'a giderim" diyen, Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı seçilemezse ve Türkiye daha da otoriter bir rejime evrilirse oraya da kabiliyetli bir esneklikle evrilmekten çekinmeyecek itibarsız kişilere itibar atfetmek muhalif kamuoyuyla Kılıçdaroğlu'nun gönül bağını iyice zayıflattı.
Günün sonunda varılan noktada 20 yıldır eğilip bükülmeyen herkesin bu iktidara karşı önümüzdeki seçimleri kaybetmekten geçen yıldan daha fazla korktuğu bir hâldeyiz.
Vardığımız noktada benim tek önceliğim mevcut iktidarın kaybetmesi. Bundan başka önceliği olan kimsenin önceliği memleket değildir.
Bu şartlar altında her siyasi elit kendisine şunu sormalıdır: Erdoğan'a karşı kazanan ekipte olarak mı tarihte anılmak ister, yoksa Erdoğan'a karşı son şansı kişisel hırs veya çıkarları için harcayanlardan biri olarak mı?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish