Kiloyla, kasayla aldığımız sebze meyve, taneye nasıl evrildi?

İsmail Çetin Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

İnsanlar sebze meyve ihtiyaçlarını karşılamak için pazara çıkar, burada daha hesaplı alışveriş yapıp, evine mutlu bir şekilde dönerdi.

Sebze ve meyveleri kilolarla, kasalarla alır, evinde de kısmadan ihtiyacını görür, bol bol yerdi.

Lakin son zamanlarda altınla yarışır bir vaziyet alarak kilolarla ve kasalarla alınan sebze ve meyve taneye evrilmeye, hatta bazı ürünlerde yarım alımlara kadar gerilemeye başladığını görüyor ve üzülüyoruz.

Deliği büyüten aynı zihniyet yamayı da küçülttüğü için, toplumumuz bu durum karşısında ne yapacağını şaşırmış, hâl çare bulamaz duruma getirilmiştir.

İşin temeline inecek olursak çok zor durumda olan "Toprağımı ekmesem daha kârlıyım" demek zorunda bırakılan çiftçi de giderlerin gelirden fazla olması hasebiyle kara kara düşünceye daldırıldı.

Tabiri caizse, Türkiye'nin hangi bölgesine taşı eksen yeşerir. Böyle verimli topraklara sahibiz.

Toprak ana "vermem"; çiftçi de "çalışmam" demiyor. Ülkemizde de normal şartlarda ürün sıkıntısı olması imkânsız.

Nereyi ekersen verimlilik oranı yüksek olacağından hiç endişeniz olmasın.

Lakin gelin görün ki zor olanı başarıp sebze meyvede herkese sıkıntı çektiriliyor.

Ben Çukurovalı olduğum için o bölgeden örnekle verelim.

Çukurova yaklaşık 3 bin 150 kilometrekare ile dünyanın en verimli topraklarına sahip.

Türkiye'nin sebzede yüzde 26, narenciyede yüzde 100, yazlık patateste yüzde 50, yer fıstığında yüzde 100, mısırda yüzde 25, hububatta yüzde 20, muzun yüzde 85'ini karşılayacak kapasiteye sahip. Fazlası da ihraç edilebilir.

Ayrıca ne ekersen ek yüksek kalitede, bol miktarda verim alabileceğimiz bereketli topraklar. 

Çukurova bölgesindeki emektar çiftçilerimiz işini sever, cansiperane çalışırlar.

Bu çalışmanın karşılığında toprak ana ikramını esirgemez, verim fışkırtır.

Hatta bazı seneler portakal, mandalina, limon ağaçları hasat dönemine yaklaştığında, üzerindeki meyveden dolayı dallarının kırıldığına defalarca şahit olmuşuzdur.

Çiftçi ile toprak huzur ve barış içinde anlaşarak kardeşçe yaşar.

İşte ne oluyorsa bu aşamadan sonra toprak ana ile çiftçi arasına giren iradeler işi bozarak tarafları mutsuz hale getiriyor.

Çiftçinin geliri maliyetleri dahi karşılayamayacak vaziyet alınca, elinde olmayan sebeplerden dolayı hevesi kaçar ve toprağı ekmek istemez.

Bir tarafta da geçimini sağlamak zorunda olduğu için iki arada bir derede sıkışır kalır.

Bunun yanında, gübre, mazot, zirai ilaç, tohum, işçi maliyetleri, fide, enerji giderleri, sulama giderleri vs. giderler kat ve kat arttı.

Ürün fiyatları üreticide 10 sene evvelkiyle aynı olduğu için çiftçi zarar ettiği gibi o seneyi de borç harç içinde yokluk, varlık mücadelesi vererek geçirir. 

Maliyetlerin artmasına yurt dışından almak zorunda bırakıldığımız gübre ve tohumlar eklenip, Mersin Limanı'na dışarıdan gelen limon ve muzu da koyarsak perişan olan Türk çiftçisi felç duruma gelir. 

Geçmiş yıllarda 1 kilogram buğdayla 1 litre mazot alınırken; şimdi 8-10 kilogram buğdayla 1 litre mazotu zor alan çiftçiye lüks yatı olanlara tanınan hakkın tanınmaması da derin yaralar açıyor.

Çiftçi ektiğinin karşılığını alamaz hale getirilmiş, alçak sürünme reva görülmüştür.

Ürünü tarlada para etmez iken, büyük şehirlerde manav ve pazarların cep yakmasına da anlam vermek mümkün değil.

Emek veren, didinen çiftçinin mahsulünden kat kat para kazanan başka eller olunca üzülen de yine çiftçi oluyor.

Ayşe teyzenin pazardan aldığı sebze meyve ürünleri kilo yerine taneye evirilirken, zeytin, peynir, kıyma gibi temel gıda maddeleri de grama evirildiğini görüyoruz. 

"Köylü milletin efendisidir" diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün bütün birikimleri tüketildiği gibi, mirasını da yok ettik.

Köylerde yok denecek kadar az insan yaşıyor. Çiftçi parmakla sayılmaya başlandı. Onlar da toprağı ekmeye korkar hale getirildi.

Bu politikalarla devam edilecek olursa 5-10 yıla kadar "Köye dön, toprağını ek" seferberliği ilan etmek zorunda kalacağız.


Dolayısıyla sürece baktığımızda üreten mutsuz, tüketen de mutsuz olunca devletin yapması gereken asli görevi mutlu olan varsa onu bulup bu mutluluğu paylaştırmaktır.

Her yerde bunu yapar, eşit dağılımı sağlamaya başlarsa; işte o zaman değirmende kavga olmaz.

Halkımız huzurlu, barış ve kardeşlik duyguları olgunlaşmış bir hayat sürer.


Gelin madalyonu ters çevirelim her şeyin normal şartlarda seyrettiğini kabul edip, gelirin giderden fazla olduğunu varsayalım.

Bu olağan durumda dahi çiftçinin cebinde 2-3 ay ancak para olur. Diğer zamanlar olmaz.

Hele de o sene düğün dernek vs. etkinlikler varsa o para da oraya gider. El elde baş başta dımdızlak kalır.

Çiftçinin emeğinin karşılığını alması için rahat ve huzurlu bir hayat sürmesi, cebinde 12 ay para olması için "Milli Ekonomi Modeli"nin devreye konulması gerekir.

İşte o zaman çiftçi toprakla tekrar barışacak, toprak ana sayesinde hayat standartları yüksek, çocuğuna harçlık vermekte zorlanmayan, evi sıcacık bir aile olacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU