Koronavirüs (Kovid-19) pandemisi sebebiyle tarımsal ürünlerin ihracatının durmasına rağmen meyve ve sebze fiyatlarındaki artış ve dengesizlik devam ediyor.
Gıda ve sağlık harcamaları dışında ekonominin ve tüketimin neredeyse durma noktasına geldiği bu dönemde, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) yıllık yüzde 10,94; aylık yüzde 0,85 olarak gerçekleşti.
Halihazırda aylardır açıklanan enflasyon verilerinde ilk sıralarda yer alan tarım ürünleri, nisanda da fiyatı en çok artan kalemler oldu.
Nisan ayında fiyatı en çok artan ürün sarımsak olurken onu, kuru soğan ve patates izledi. Ardından diğer tarım ürünleri sıralanırken fiyatı en çok artan ürünlerden ilk 9’u tarım ürünü.
Buna göre, sarımsakta bir aylık fiyat artışı yüzde 46,18 oldu. Nisan ayında kuru soğanda yüzde 37,50; patateste yüzde 31,02; kivide yüzde 30,45; portakalda yüzde 26,66; havuçta yüzde 20,16; elmada yüzde 17,91; limonda yüzde 16,86 ve yumurtada yüzde14,96 oranında fiyat artışı gerçekleşti.
Mercimekte aynı dönemde yüzde 12,62 artış meydana geldi. Fiyatı en çok artan ürünler listesine yüzde 5,92 ile ayçiçek yağı ve yüzde 5,81 artışla domates de girdi.
Peki, tarımsal ürünleri fiyatı neden bu kadar çok artıyor?
Tarımsal ürünlerin fiyatı, başta ithal girdi maliyetleri olmak üzere, ürünler tarladan sofralara ulaşana kadar pek çok maliyet unsurundan etkileniyor.
Tarımsal ürünlerin artan fiyatlarının yanında sağlıklı, güvenilir ve sürdürülebilir tarımsal ürün ihtiyacının tedariği de tüketiciler açısından her geçen gün daha da fazla ilgi çeken bir konu haline geliyor.
Dünyada giderek artan önemiyle neredeyse ulusal güvenlik meselesi haline gelen tarımsal üretimin ilk adımı olan tohum alanını; Independent Türkçe için konunun uzmanlarından üreticilere, kadar farklı kişi, kurum ve inisiyatiflere sorduk
- Ucuz, sağlıklı, güvenli ve sürdürülebilir tarımsal ürün tüketimi mümkün mü?
- Türkiye’nin tarımsal üretiminde tohum tedariği nasıl gerçekleşiyor?
- Tohum tedariğinin tarımsal ürün fiyatlarına etkisi nedir?
- Türkiye’nin bir tohum politikası var mı?
- Alternatif tohum politikası ve çözüm uygulamaları nedir?
“Kültür ve tarih, tohum içinde saklıdır”
Tohumun toplum için ne kadar önemli olduğunu hatırlatarak söze başlayan Çiftçi-Sen Genel Başkanı Ali Bülent Erdem, tohum alanındaki değişimin sonuçlarını şöyle anlattı:
Tohum tarımsal üretimin başlangıcıdır. Tohumun bulunup, tarımsal üretimin başlaması Altın Hilal denilen Anadolu’nun bir bölümünü de içine alan Yukarı Mezopotamya bölgesinde olmuştur. Tohum bir çiftçi ve köylü için sadece bitkisel üretimin başlangıcından çok daha öte bir şeydir. Vandana Shiva’nın deyişiyle; 'Kültür ve tarih, tohum içinde saklıdır.'
Köylüler ve çiftçilerin atalarından kalan yerel tohumları birbirleriyle değiş tokuş yaptıklarında, genetik çeşitliliği korudukları gibi, tohumun nasıl işleneceğinin bilgisini de birbirlerine aktardıklarını söyleyen Erdem, "Bu bilgi, nineleri ve dedelerinden kalan kültürel bir mirastır ve bilgeliğe dayanır. Tohumu kaybetmek, Güney Afrikalı çiftçilerin dediği gibi, bir çiftçi ve köylü için potansiyel göçmen haline gelmektir" ifadelerini kullandı.
Tohumun toplumlar için tarihi önemini vurgulayan Erdem, günümüzde ise tarımsal ürünlerin tüm denetim ve kontrollerinin küresel şirketler tarafından sürdürüldüğünü anlattı:
Bugün, tarımsal üretimde bulunan, tohumdan başlayarak, girdilerini sağlayan ve aynı zamanda tarımın çıktılarını, yani tarımsal ürünleri işleyen, nakleden ve tüketicilerin kullanacağı metalar haline dönüştüren küresel şirketler dünya besin zincirinin bütününü veya halkalarını kendi denetimleri/kontrolleri altına alıyorlar, almaktadırlar. Türkiye tarımı da bu gelişmelere paralel olarak dönüştürülerek, devlet tarımdan el çektirilmiş ve şirketlerin denetimine bırakılmaya çalışılmıştır.
“Çiftçiler kendi tohumlarını kendileri üretebilirler”
Tohum kullanımındaki değişime rağmen çiftçilerin kendi seçeneklerinin de olduğunu belirten Erdem, "Çiftçilerin bütün bunlara rağmen kendi seçenekleri, elbette vardır. Onlar bütün bu baskılar karşısında kendi tohumlarını kendileri üretebilirler. Ürettikleri bu tohumlarla, tarımın içerisinden bizzat girdilerini kendileri sağlayabilirler, hatta çekici gücü bile bulabilirler" dedi.
Erdem, "Şirketler için bu problemi çözmenin yolu çiftçileri kendi seçeneklerinden koparmaktır. Şirketlerin, tohuma göz dikme nedeni de budur. Kendi denetimleri dışındaki bütün tohumları yasaklamak ve dünyanın bütün tohumlarını kendi denetimlerine almak, onların en büyük hayalidir. Onun için önce hibrit tohumları geliştirmişlerdir" diye konuştu.
“GDO'lu tohumları geliştirerek yaşamı patentlemişlerdir”
Hibrit tohumlarla üretilen ürünlerden alınan tohumların aynı verimi vermediğinden çiftçiyi her yıl tohum almaya zorlamışladığını belirten Erdem, sözlerini şöyle sürdürdü:
GDO’lu tohumları geliştirerek tohumları, yani yaşamı patentlemişlerdir. Yetmemiş, çiftçilerin köylülerin atalarından bugüne getirdikleri tohumları 2006 yılında çıkarılan Tohumculuk Yasası’yla ellerinden almaya kalkmışlardır. Bu yasa, ABD’nin Irak işgalinden sonra Irak’ın tohumları Monsanto’ya teslim eden yasanın bir benzeridir. “Tohumculuk Yasası” kırsal alanı boşaltan, çiftçilerin bilgilerini değersizleştiren, onları şirketlere bağımlı kılacak süreci hızlandıran bir yasa olmuştur. Bütün canlılar, yer altı suları, çevre, genetik çeşitlilik her şey ama her şey tehdit altına girmiştir.
Türkiye’nin önüne çağdaş bir tarımsal yapıya kavuşması için konulan planın talep çıkışlı, sanayi odaklı sözleşmeli üretim modeli olduğunu belirten Erdem, bu modelde çiftçilerin kendi yerel tohumlarıyla ve geleneksel yöntemleriyle ürettikleri ürünlere yer olmadığını söylüyor.
“Sofralarımızda da neleri tüketileceğine onlar karar vermiş olmaktadır”
Tarımın şirketleşerek, şirketlerin denetimine girdiğini vurgulayan Erdem, şu ifadeleri kullandı:
Bütün dünyada olduğu gibi çiftçinin kendi yerel tohumları üzerinden ürettiği ürünlerin pazarlanmasını engeller çıkarılmakta, tarımsal ürünler standartlaştırılmakta ve sertifikalı üretime geçilmektedir. Sertifikalı tohum kullanmayan çiftçilere prim destekleri verilmemekte ve böylece tohum şirketlerinin önü açılmaktadır. Bugün Türkiye tohumculuğu küresel şirketlerin ve onlarla işbirliği ve ortaklık içinde olan 'yerli' şirketlerin eline geçmiştir.
Erdem, Sonuç olarak yemek kültürlerimiz yok edilmektedir, çeşitlilik azalmakta ve gıdalar eski besleyicilik özelliklerini kaybetmektedir. Topraklarımıza hangi tohumların ekileceğine şirketler karar verdiği gibi, sofralarımızda da neleri tüketileceğine onlar karar vermiş olmaktadır” dedi.
Türkiye'nin biyo-çeşitliliğinden ve zengin tohumlarından dolayı, şirketler için göz dikilecek bir ülke olduğunu ifade eden Erdem, “Küresel tohum şirketlerin denetiminde olan CGIAR’a (Uluslararası Tarımsal Araştırmalar Danışma Grubu) Türkiye yıllardır üyedir. İstedikleri tohumları bizden kolaylıkla alabilmektedirler. İşin daha da acısı ülke olarak para da ödemekteyiz” bilgisini paylaştı.
“Tohum bir çiftçinin onurudur”
Koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin tarıma etkilerine de değinen Erdem, sözlerini söyle sonlandırdı:
Yaşadığımız salgın koşullarında gıda krizi yaşama korkusu vardır. Gıdanın ve tohumun şirketlerin denetimine geçmesi bu korkuyu daha da büyütmektedir. Yaşanan ekolojik kriz de göz önüne alındığında yerel tohumların önemi daha da anlaşılır olmaktadır. Yıllardır ekildiği topraklarda, o bölgenin hastalıklarını tanır, dirençlidir. Kimyasallara ihtiyaç duymaz ve fazla su istemez. Doğayla uyumludur. Bir daha bu krizleri yaşamamak tohumları özgür bırakmaktan geçmektedir. Nijerli bir çiftçinin dediği gibi: Tohum bir çiftçinin onurudur.
"Binlerce yıldır yapılan tohum seçme işlemi genetik çeşitliliği artırmıştır"
TMMOB Ziraat mühendisleri Odası İzmir Şubesi YK Üyesi Dr. Zerrin Çelik ise tohumda binlerce yıldır süren geleneklerden kopuşu ve gerçekleşen dönüşümü özetleyerek sözlerine başladı:
İnsanoğlu tohumun yaratıcı özelliğini keşfettiği zaman, yeryüzünde tarım da başlamıştır. O tarihten itibaren tohum ve tohumluk, bitki yetiştirme açısından daima kilit unsur olmuştur. Tohumluk seçmek ve saklamak her çiftçinin doğal olarak yapmış olduğu bir işlemdir. Binlerce yıldır yapılan tohum seçme işlemi genetik çeşitliliği artırmıştır. Bu genetik çeşitlilik oluşurken; bir taraftan yetiştiği yörenin ekolojik koşullarına uyum sağlayarak yeni çeşitler gelişmiş, diğer taraftan da yerel ihtiyaçların ve geleneksel gıda alışkanlıklarının belirlenmesine hizmet etmiştir.
Çelik, yüzyıllardır hasat edilen üründen ayrılan tohumun, 19'un yüzyıldan itibaren başta ABD ve bazı AB ülkeleri olmak üzere ticari bir değere dönüştürüldüğünü söyledi.
"Küreselleşme ve artan rekabet koşulları ile çokuluslu şirketlerin lehine değiştirilen politikalar, tohumları özelleştiren fikri mülkiyet yasaları ile gelinen noktada tohumculuk faaliyetlerinin endüstriye dönüşmesi sağlanmıştır" diyen Çelik, şöyle devam etti:
Çiftçilerin kendi tarlasındaki üründen bir sonraki yıl için kullanacağı tohumluğu ayırdığı durumdan, bugün her yıl yeniden tohumluk satın aldığı duruma ulaşılmıştır. Tüm bu uygulamalar, bir taraftan tohumculuk endüstrisinin güçlenmesini sağlarken, diğer taraftan da tarımsal biyo-çeşitliliğin yok olmasını hızlandıran, çiftçi haklarını kısıtlayan, tohumun çiftçi şartlarında korunması, kullanımı ve yaygınlaşmasını engelleyen bir durum yaratmıştır.
Çelik, tohum piyasasının mevcut durumunu ve tarıma etkilerini ise şöyle değerlendirdi:
Günümüzde dünyada kullanılan ticari tohumluğun üretim değerinin 50 milyar dolar civarında olduğu belirtilmektedir. Bu miktar gerek ülkesel bazda, gerekse ürün grubu temelinde asimetrik bir dağılım göstermekte olup dünya toplam tohumluk üretim değerinin; yüzde 24'üne ABD, 20'sine Çin, 5,6'sına Fransa, 4,2'sine Brezilya, 4'üne Kanada sahiptir. Türkiye’nin aldığı pay ise yüzde 1,5’tir.
“Uluslararası tohumluk pazarından en büyük pay yüzde 13,2 ile Hollanda’nın”
Uluslararası Tohum Federasyonu'nun (ISF) verilerine göre, dünyada 2017 yılı itibariyle 7,9 milyon ton tohumluk dış ticareti gerçekleştirildiğini belirten
Çelik, şu bilgileri paylaştı:
Söz konusu ticaretin değeri yaklaşık 23,3 milyar dolardır. Küresel ölçekte yaklaşık 12 milyar dolar değerinde tohumluk ihracatı gerçekleşmiş, toplam ithalatın parasal değeri ise 11,3 milyar dolara yaklaşmıştır. Uluslararası tohumluk pazarından en büyük pay, yüzde 13,2 ile Hollanda’nındır. Bunu sırasıyla ABD (yüzde 11,7), Fransa (yüzde 11,1) ve Almanya (yüzde 6,4) izlemektedir. Türkiye 2,6 milyar dolarlık ticari tohumluk hacmi ile küresel tohumluk dış ticaretinin yaklaşık yüzde 1,1’ini gerçekleştirmiştir.
Tohum piyasasının Türkiye’deki gelişimin de aktaran Çelik, “Türkiye’de, özellikle 1980’li yıllardan bu yana uygulanan politikalar ve devlet destekleriyle özel sektör tohumculuğu daha çok geliştirilmeye çalışılmıştır. Ve bugün gelinen noktada, üretilen tohumluğun yüzde 80’ini özel sektör tarafından üretmektedir. 2018 yılı itibarıyla tescilli çeşitlerin yaklaşık yüzde 76’sı özel sektöre aittir. Üretilen toplam sertifikalı tohumluk miktarı 1 milyon tonu (1 milyon 59 bin 316 ton) geçmiştir. Sertifikalı tohum kullanımını yapılan desteklemeler ve yaygınlaştırma çalışmaları sonucunda yüzde 35’lere ulaştığı bildirilmektedir” ifadelerini kullandı.
Özel sektör ve çiftçilere yönelik tohum alanındaki destekler hakkında bilgi veren Çelik, sözlerine şöyle devam etti:
Özel tohumculuk şirketlerine 2008 yılından bu yana sertifikalı tohum, fide, fidan üretim desteği; 2005 yılından bu yana da çiftçilere sertifikalı tohum, fide ve fidan kullanım desteği verilmektedir. Sertifikalı tohum üretim ve kullanım desteklerini incelediğimizde; özel firmalara yönelik sertifikalı tohum üretim desteği 19 üründe verilmekte olup, en düşük 0,08 TL/kg olmak üzere arpa, tritikale, yulaf ve çavdar tohumu üretimine verildiğini görüyoruz. En yüksek üretim desteği ise 4 TL/kg ile yonca tohumuna verilmektedir. Çiftçilere ise 20 değişik ürün için sertifikalı tohum kullanım desteği verilmektedir. En düşük destek susam, kanola, aspir tohumunu kullanan üreticilere verilmekte olup 4 TL/da’dır. En yüksek destek ise 80 TL/da ile sertifikalı patates tohumluğu kullanımına verilmektedir. Ancak yapılan üretim ve kullanım desteklerinde, gerek kullanılan çeşidin gerekse firmaların yerli ya da yabancı olmasının bir ayrımı bulunmamaktadır.
“Üreticilere desteğin olmaması tarımsal biyo-çeşitliliğin kaybolmasına neden oluyor”
Çelik, "Bu destekleme modeli, dışarıdan alınıp doğrudan üreticilere satışı ya da üretilerek iç piyasaya veya dış pazarlara satılan yabancı çeşitlerin yaygınlaşmasını sağlamaktadır. Diğer taraftan bir önceki hasattan kendi tohumluğunu ayırarak kullanan çiftçilerin tohumları bulunmaktadır. Ancak bu üreticilere herhangi bir desteğin olmaması köy popülasyonu da denilen yerel çeşitlerin dolayısıyla tarımsal biyo-çeşitliliğin kaybolmasına neden olmaktadır" diye konuştu.
Çiftçilerin, tohumla ilgili çeşit seçimi, çeşit testi, tohum çoğaltma, tohumluk için seçim, dağıtım ve depolama işlemlerini kendilerinin yapmaktadır" diyen Çelik, sözlerine şunları ekledi:
Bu sistemde kalitenin sigortası üreticiler tarafından sağlanmakta ve herhangi bir resmi sertifika bulunmamaktadır. Bu nedenle tohum üreticileri, tohum üretimi sırasında bulaşmalardan uzak durmakta ve her üç-dört yılda bir tohumlarını yenilemektedirler. Yerel çeşitlerin korunması ve olumsuz yönlerinin geliştirilmesi için öncelikle çiftçi şartlarında korumanın sağlanması, araştırmacı ve ıslahçılarla üreticilerin birlikte çalıştığı katılımcı ıslah yöntemlerinin uygulanması ve desteklenmesi gerekmektedir.
“Büyük şirketlerin Türkiye’deki faaliyetleri giderek artıyor”
Mevcut haliyle tohumculuk alanında faaliyette bulunan şirket sayısının ise 949 olduğunu aktaran Çelik, özel sektör faaliyetlerinin, başta hibrit çeşitler olmak üzere ekilişi fazla olan ve daha yüksek kâr getiren ürünlerde yoğunlaştığını belirtti:
Örneğin; sebzeler, pamuk, ayçiçeği, mısır ve soya tohumlarının tamamı özel sektör tarafından üretilmektedir. Katma değeri yüksek bu gibi ürünlerin tohumlarının üretiminde özellikle yabancı şirket hakimiyetinin olduğu görülmektedir. Ayrıca son yıllarda birleşme ve satın alma uygulayan büyük şirketlerin Türkiye’deki faaliyetleri de giderek artmaktadır. Sektörde faaliyet gösteren firmaların yapılarına yönelik en güncel veriler 2017 yılına aittir. Söz konusu rakamlara göre; toplamda 832 olan özel firmanın 31 tanesi yabancı, 22 tanesi yabancı ortaklı ve 779 tanesi de yerlidir. Oysaki iki yıl önce yani 2015 yılında sektörde faaliyet gösteren firmaların, 17 tanesinin yabancı, 3 tanesinin yabancı ortaklı firmalar olduğu bildirilmektedir. Yabancı firmaların sayısı sadece iki yılda yaklaşık yüzde 82 oranında artmıştır.
“Çalışmalar yerel çeşitlerin daha dayanıklı olduğunu otaya koyuyor”
Yerel çeşitlerin ticari tohumlara göre daha dayanıklı olduğunu belirten Çelik, tohumun ticarileşmesinin sadece Türkiye için değil dünyanın beslenmesinin sürdürülebilirliği bakımından kaygı verici bir durum olduğunu belirterek şöyle devam etti:
Üretimde kullanılan tohumluk, ürünlerin verimine, kalitesine ve dayanıklılığına etki etmektedir. Mono-kültür olarak üretimde kullanılan ticari tohumlar bu yönleri ile üstün görünmektedir. Bununla beraber yapılan çalışmalar gerek iklim değişikliğinin olumsuz etkileri, gerekse hastalık ve zararlılar açısından çiftçi tohumlarının başka deyişle yerel çeşitlerin daha dayanıklı olduğunu otaya koymaktadır. Ayrıca günümüzde tarımsal üretim daha az ürüne bağlı olarak gerçekleştirilmektedir. Bugün bilinen yüz binlerce bitki türünden ve çeşidinden çok azının insan beslenmesi için yetiştirilmesi, genetik mülkiyetin tekel durumuna gelmiş az sayıdaki tohum şirketinin eline geçmiş olması ve bunların patent ve fikri mülkiyetle korumaya alınması sadece Türkiye için değil dünyanın beslenmesinin sürdürülebilirliği bakımından kaygı verici bir durumdur.
“Tohum çeşitliliği ancak küçük çiftçilerin geçiminin garantiye alınması ile sağlanabilir”
Çelik “Çiftçinin en temel görevlerinden biri, tohumu saklamak ve onu diğer çiftçilerle değiş tokuş etmektir. Kuşaklar boyu değişik iklim koşullarında ve kültürlerinde çok sayıda bitki çeşidini geliştirmiş olan çiftçiler, bu işleri doğayla işbirliği içerisinde gerçekleştirmişlerdir" dedi ve ekledi:
Kısacası tohum çeşitliliği ancak biyolojik çeşitliliği kullanan ve koruyan küçük çiftçilerin geçiminin garantiye alınması ile sağlanabilir. O nedenle zengin tarımsal biyo-çeşitliliğin oluşmasını sağlayan üreticilerin kendi tohumluğunu üretmesi, kullanması ve çiftçilerin tohumlarla ilgili bilgisinin aktarılmasının sağlanması desteklenmelidir.
"Devlet sertifikalı tohuma destek veriyor; böylelikle özel sektörü desteklemiş oluyor"
Tarım ekonomisti Prof. Dr. Tayfun Özkaya ise, şirketler tarafından üretilen tohumların çiftçilere ve tüketicilere etkisini açıkladı.
Şirket tohumlarının ürün maliyetlerine çok etkisi olmasa bile kimyasal ilaç ve gübre kullanımını zorumlu kıldığı için besleyici değeri düşük ürüne yol açtığını vurguladı.
Özkaya’nın ifadeleri ve uyarıları şöyle:
Tohumculuk kanununa göre sertifikalı tohumlar satılabiliyor, ayrıca yerel tohumlar var. Çiftçiler bunları kendi üretiyor. Bunlar istatistiklerde yok. Piyasadan alınan verilere göre buğday, arpa ve yem bitkileri dışında kamunun rolü az. Devlet sertifikalı tohuma destek veriyor. Böylelikle özel sektörü desteklemiş oluyor.
“Şirket tohumları besleyici değeri düşük ürün üretir”
Şirket tohumlarının bütün dünyada biyo-çeşitliliği dar, tarım ilacı ve kimyasal gübreyi gerektiren, besleyici değeri düşük ürün ürettiğine dikkat çeken Özkaya, "Bu endüstriyel tarımı desteklemektedir. Şirket tohumlarının ma-liyetteki etkisi çok olmayabilir. Ancak bu tohumlar kullanılınca sentetik tarım ilaçları ve kimyasal gübre kullanmak zorunlu oluyor. Bu ise çiftçi maliyetlerini arttırıyor. Üretimi yapılmaz bir hale getiriyor" şeklinde konuştu.
"Dünyada tohum şirketleri aynı zamanda tarım ilacı da üretir" diyen Özkaya, Bayer+Monsanto'nun dünyanın hem birinci tohum şirketi hem de birinci tarım ilaçları şirketi olduğunu hatırlattı.
Özkaya, bunun tüketiciler açısından ise besin değeri düşük ve tarım ilaçları ile yüklü ürünleri yemek zorunda kaldıkları manasına geldiğini vurguladı.
Alternatif tohum politikası konusuna da değinen Özkaya, “Türkiye'de devletin uyguladığı tohum politikası tohum şirketlerini desteklemektir. Alternatif tohum politikası yerel tohumların köylüler tarafından satışına getirilen engelin kaldırılması ile başlayabilir” dedi.
“Alternatif tarım sistemi önerimiz agroekolojidir”
“Devlet yerel tohumları temel alan bir katılımcı ıslah çalışması yürütmeli” diyen Özkaya, son olarak şunları söyledi:
Alternatif tohum politikası aslında alternatif tarım sistemi programıdır. Alternatif tarım sistemi önerimiz agroekolojidir. Bu var olan endüstriye tarım sitemine karşıdır. Endüstriyel tarımı tarım kimyasalları, (sentetik tarım ilacı ve kimyasal gübre), ağır makineler (makineye karşı değiliz), aşırı su, şirket tohumları ile yapılan tarımdır.
Tarım ve Orman Bakanlığı, Bitkisel Üretimin Geliştirilmesi Programını başlattı
Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, “Yazlık ekim yapılabilecek alanlarda ekilişlerin kesintiye uğramaması ve tüm ekilebilir arazilerin üretime katılması için, bu proje kapsamında belirlenen 21 ilde üreticilerimize tohumların yüzde 75’ini hibe ediyoruz” açıklamasında bulunmuştu.
Pakdemirli, “Uygulamayı 21 ilde başlattık. Ekimi yapılacak ürünler ise buğday, arpa, kuru fasulye, mercimek, mısır, ayçiçeği ve çeltik olarak belirlendi” diyerek ekimi yapılacak tohumların sertifikalı ve miktarının 6 bin 700 ton olduğunu, proje kapsamında 364 bin dekar alanda ekiliş yapılacağını belirtti.
"1 milyon 200 bin ton tohum üretiyorsak bu topraklarda, neden bunun daha fazlasını üretip ihraç etmiyoruz?"
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Tarım Politikaları ve Tarım Örgütlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili olan Ziraat Mühendisi Orhan Sarıbal ise, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin açıkladığı Bitkisel Üretimin Geliştirilmesi Programı hakkında konuşarak Türkiye’nin tohum alanındaki sorunlarına değinerek ayrıntılı açıklamalarda bulundu.
Sarıbal, sözlerine Türkiye’nin tohum üretimi ile başlayarak şunları ifade etti:
İktidar diyor ki biz geldiğimizde 130 bin ton, 150-200 bin ton tohum üretiyordunuz, oysa biz 1 milyon 200 bin ton tohuma çıkardık. Nereden bakarsanız bakın 1 milyon ton daha fazla tohum bu ülkede üretilmiş. Peki, soruyu şuradan soruyorum; 2002’nin sonunda 66 milyondu bu topraklar, aç mıydı insanımız? Üretim yapılmıyor muydu? O gün ithal etmiyorduk, o gün ithalata ihtiyacımız yoktu da bugün 1 milyon 200 bin ton tohum üretiyorsak bu topraklarda, neden bunun daha fazlasını üretip ihraç etmiyoruz da hala ithal ediyoruz?
“1 milyon 200 bin ton tohum bizim değil, ve o tohumun her sene fiyatı artıyor"
Sarıbal, “O gün geleneksel ve yerel tohumlarımız vardı, çiftçi kendi tohumunu ekiyordu. Devlet üretme çiftliği kendi tohumunu üretme kapasitesine sahipti. Çiftçilerin büyük bir çoğunluğu kendi tohumuyla üretip bir sonraki seneye aktarabiliyordu. Bugün 1 milyon 200 bin ton tohum üretiyoruz diyen devasa firmalar ya da hükümet şunu görmek zorunda; bu tohum, Türkiye Cumhuriyeti’nin yerli tohumu değil, yüzde 80’lere varan miktarı yabacı şirketlerin. Bayer, Monsanto, Syngenta, Limagrain gibi devasa şirketlerin, ABD, Almanya, Fransa gibi ülkelerin. Yani o 1 milyon 200 bin ton tohum bizim değil, ve o tohumun her sene fiyatı artıyor” ifadelerini kullandı.
“İçeride satarsa pahalı yurt dışında satarsa daha ucuz”
Ayçiçeği’nden örnek vererek sözlerine devam eden Sarıbal, "Ayçiçeği tohumunu ürettiniz ve satacaksınız. 10 kilogramlık bir ambalaj düşünün. Bu ambalajı Türkiye’de satarsanız 800 lira ama yurtdışına; Ukrayna’ya, Rusya’ya satmaya kalkarsanız 400 lira. Aynen TOFAŞ’ın Renault’nun araç piyasasında yaptığı gibi. İçeride satarsa pahalı yurt dışında satarsa daha ucuz" diye konuştu.
Sarıbal, sözlerine şunları ekledi:
Tohumda belki de en acı olan budur. O 1 milyon 200 bin ton tohumun sadece 200 bin tonu ihraç ediliyor, 1 milyon tonu ne yazık ki benim kendi tarlasında köle olan çiftçim her sene daha fazla tohum parası vererek satın alıyor. Bu tohumlar hibrit tohum, bir kere kullanıyorsunuz, bir daha kullanamıyorsunuz. Dolayısıyla çiftçinin maliyeti her sene daha da çok artıyor. Tohum maliyeti katlanarak artıyor. Dövize bağlı çünkü.
“Tohum başkasının arkadaş! Mısırda, çeltikte, ayçiçeğinde…”
“Bir de şunu söylemiyorlar; bu tohum çeşitleri bize geldiğinde, bir ana tohum dedikleri tohum var, asıl verime, kaliteye yönelik olan tohumdur” diyen Sarıbal, bu tohumla ilgili dışarıya sürekli telif hakkı ödendiğini ifade etti.
Sarıbal, "Bu hiçbir yerde, hiçbir kalemde görülmüyor. Örneğin bir ton geldiğinde, ürününe göre, 30 dolar 40 dolar ödeniyor. O ana tohumlar buraya geliyor, burada ekiliyor. Bizimkiler de diyor ki bu bizim ülkemizde yetişti. Tohum başkasının arkadaş! Mısırda, çeltikte, ayçiçeğinde…" dedi.
Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin açıkladığı Bitkisel Üretimin Geliştirilmesi Programı hakkında ise Sarıbal şunları söyledi:
364 bin dönüm arazide ekilmiş yedi ürüne 6 bin 700 ton tohumu bedava vereceğiz dediler. 4 bin tonu buğday, geriye kalan 2 bin 700 tonu da mısır, çeltik, ayçiçeği, nohut, kuru fasülye ve mercimek tohumundan oluşuyor.
Sarıbal, "Bizim ekilmeyen toplam alanımız ne kadardı? 35 milyon dekar. Peki, hükümetin, Tarım Bakanı’nın tohum desteği verdik dediği alan ne kadar? 364 bin dönüm. Hemen hemen yüzde 1’i kadar. Yani bu mir makyaj. Bu bir kandırma. Bu bir reklam. Bu bir algı yönetme" şeklinde konuştu.
"Daha acısını söyleyeceğim" diye sözlerine devam eden Sarıbal, şu ifadeleri kullandı:
Sadece 68,5 milyon dönüm buğday tarlalarına ekilen buğday tohumu 1 milyon 200 bin ton. Dönüme 20 kilo ekse, 68,5 milyon dönümü hesaplasanız, 1 milyon 300 bin ton yapar. Hadi bazı tarlalara 16-19 kilo tohum attı, nereden bakarsanız bakın, 1 milyon 200 bin ton tohum sadece buğday. Peki, senin verdiğin tohum ne kadar? 6 bin 700 ton. İnsanın bilimi, aklı, her şeyi bıraktık… Hadi onların diliyle konuşayım; Allah'tan korkun demek lazım!
© The Independentturkish